Kim bilir nice insan hangi sıklıkla tekrar edip duruyor çekip gitmek isteğini. Çalıştığı yerden çekip gitmek istiyor mesela. Oturduğu evden. Yaşadığı şehirden, ülkeden ya da içinde bulunduğu insan ilişkilerinden. Bir ağaç göçmen kuş değil ki çekip gitsin. Bir taş akarsu değil ki akıp yürüsün. Her varlıkta var belki çekip gitme isteği. Dürtüsü. Potansiyeli. Sanırız ki bir küme bulut öyle kendiliğinden dağ tepe aşıp çekip gitmektedir. Vakti gelince pat pat dibine düşen atkestanesinde bile var mıdır çekip gitmek? Yoksa bir çıkmaz gibi gözüken hal aslında bütün varlıklarda içkindir de insan mı sadece kendisinin sanır onu. Yine de bilemeyiz buzulların üstünde şenlikle kayıp giden penguenler olumlu birer çekip giden sürüsü müdür? Ya bozulmuş bir bağın ortasında bir süre bekleyip de bir salkım olsun üzümden kısmetlenemeyen nasipsize dönen insan, o ne yapsın? Nasipsizliğine mi yansın? Gecikmişliği için diz mi dövsün?
Çekip gitmek istiyor gençler bazı ülkelerden mesela. İran’dan çıkıp gitmek istiyorlar. Afganistandan uçmaya niyetleniyorlar. Vakit geçmeden, yaş ilerlemeden doğrunun veya yanlışın sonucu henüz ömür çokluğuyla telafi edilebilirken, dilini, ailesini, sokağını, hatırasını geride bırakıp çekip gitmek istiyor. Gittiği yer bal küpleri altın kasaları sevgi yumaklarıyla dolu olmasa bile durduğu yerde emek ve niyet çürütmek istemiyor. Kolay mı böyle bir karara varmak? Ben yurtdışında farklı ülkelerden bu sebeplerle ‘çekip gitmiş’ nice insan tanıdım. İçimizde köklü bir aidiyet hissi var insan türü olarak. Fakat ne zaman ki çekip gitmek kaçınılmaz olur bunu da göze almaktan çekinmiyor aynı insan. Eğer çekip gidene bakarsak çekip gitmeye anlayamayız. Bir kere olsun içten sormak gerekir. İnsan neden çekip gider? İnsan neden çekip gitsin?
Toplumca kavramsal düşünceyi sevmiyoruz pek. On yıllar önce yurttaşlar neden başta Almanya olmak üzere onca batı ülkesine çekip gitti? Bir gece Münih tren istasyonuna dil, yol, zaman bilmez birisi olarak inen insanın yirmidört saatlik iç dünyası yazılabildi mi hiç? Ya Balkanlar’dan, Kafkaslar’dan Anadolu içlerine yüzlerinde belirsizlik ateşiyle çekip gelenler? Onların da çekip gittikleri bir dil, geçmiş, rüya, sevda, toprak yok muydu? Terörden, yoksulluktan, dinsel baskılardan ötürü çekip gidenler! Ya onlar? Düşsel fantezisler mi?
Balıklar, mesela som balıkları inanılmaz bir içgüdüyle çekip giderler başka sulara. Hatta onlar gittikleri güzergah boyunca tersine akan suları aşarak geçmek zorunda kalırlar. Çekip gitmek var olmanın şartı onlar için. Bazen ister istemez düşünürüz. Acaba bütün varlıkların hallerinden bir nebze mi taşır insanoğlu? Onun çekip gitmesi planlı mekan değiştirme ile zorunlu güç olarak tecelli ederken buradan da mı beslenir? Fakat yine de çok olumlu bir şey değildir insan için çekip gitmek. Yolculuk çekip gitmek değildir. İş değiştirmek, ev almak, o şehirden bu şehre konmak da öyle. Çekip gideceğim diyen kişi kendisinden ve çevresinden memnun sayılmaz. Onca çabası, onca emeği ve sabrı yanında şunca iyi niyeti de kar etmiyordur artık. Ruh ve beden sağlığı sarsılıyor her tür güven duygusu hasar görüyordur. Bir son hayata tutunma bir tekrar güvenlik arayışı belki de bir son beyhudelikten kurtulma ümididir bu istek. Çetin eşiktir, çekip gitme hali.
Çokça insan alışkanlıklarının toplamıdır. Sadece kasları, kemikleri, gözleri, dimağı, aklı, bilme şekli alışkanlıklarla yaşamaz. Ruh da alışır bedenin uyuşumlarına. İşte bu daha vahimdir. Çokça bedenin alışkanlıkları alt edilir. Yemek zevki, giyim kuşam tarzı hale yola koyulabilir. Ama ruhun hafızası onun kemiklenişi kırılganlıklara daha yatkındır. O sebepten içinden, ruhundan konuşur çekip gitmek isteyen. Kırılmıştır. Bir görünmeyen açık pencereden içeriye soğuk hava giriyordur. Bir su başına oturup da ondaki geçip gitmenin şırıltısını dinlese ya da göçmen kuşlara baksa bir nebze ferahlayacaktır ama bir süreliğine. Dişe bastırılan ağrı kesicinin etkisi azılmış çürük diş yine hava almaya başlamıştır. Dövülür acı acı kapısı çekip gitmek isteyenin.
Kendime kendime bazen ‘çekip gitmeli’ buradan diyorum. Derken de bir yandan bu isteğin sebeplerini tartıyor bir yandan da sonuçlarını gözden geçiriyorum. Öyle kolay değil. Her babayiğidin harcı hiç değil. Etrafım çekip gitme duygusu ile çevrilmiş insanlarla dolu. Sanki bir örümcek görünmez ince bir ağ örmüş kendi sindirim lezzetini bekler gibi akıyor zaman. Bir ülkenin asıl yaşama katsayısı çekip gitme isteğinin sayısıyla da orantılı değil mi? Ülkeden çekip gitme bir görüntü. Ya içerideki çekip gitmeler. Okuldan çekip gitme, hastahaneden çekip gitme, pazardan çekip gitme, muhabbetten çekip gitme, gözden, kalpten, tenden hasılı insani değerlerden çekip gitme ne olacak? Haydi diyelim bunlardan bazısı insan psikolojisi, şahsi kompleksler, cahillik, tatminsizlik hatta tembellik? Ya gözle görülen, ta dibimizde çakıp duran uyarı şimşeği? İçimizi yakan geleceksizlik alevi!