Biraz olsun umudum vardı. Arada bir yokluyorum kendimi yine de ondan geriye ne kaldı diye. Bin nasihatten bir musibet yeğdir demiş ya hani eskiler, bu korona illeti pek çok kötü şeyin değişmesine vesile olur diye umuyordum. İşte bütün dünya aynı hizaya geldi. Varlık ile yokluğun mesafesi belki ilk kez bu kadar kapandı.Hiçliğin kapısı bütün ışığıyla sonsuzca açıldı.Herkes başını iki elinin arasına alır, çizgisine çekilir, kalbinin atışını dinler bir insan olduğunu ve bu yeryüzünde sadece bir insan olduğunun farkına varır. Bunu umuyordum, bu en insani inceliği bekliyordum. İnsan olduğunu hatırlamak yeterdi çünkü.Başımıza gelen bunca felaket insan olduğumuzu unutmaktan kaynaklanıyordu.
Elbette, bunca haksızlık, eşitsizlik, yoksulluk, akıl dışılık, şiddet, israf, bencillik, kötülük, kötücüllük, doğa tahribatı, vs vs üzerine bir müsebbip olarak düşünür de insanoğlu geri çekilir diyordum. Gider aynada yüzüne bakar, bir su bulur elini ayağını yıkar sonra da bir ağaç altında nefes alıp verişini dinler. Bir ve biricik ömür hakkını bu alışılagelmiş düzenin dışında bir yerde arar. Çocukları, yaşlıları, kadınları, kimsesizleri hak hukuk ekseninde yeniden düşünür. Hayvanları, doğayı, suyun, güneşin, ışığın hakkını mesele edinir. Dünyanın küçük bir kısmı refah içinde yaşarken geniş bir alana yayılan sefalet sorgulanır, aklın son üç asırda ürettikleri yine akıl tarafından sorguya çekilir sanıyordum.
Sen misin böyle düşünen, böyle uman? Sen misin Adem’in boğazındaki elmacık kemiğini unutup da onun ayak izlerinden olmadık yeşertiler bekleyen! Sen misin karnı doyduktan sonra yemeğin sarmısağını, mercimeğini sorgulayanın kim olduğunu unutan? Sen misin dün bir kez gerçekleşmiş gibi yarından medet uman? Sen misin bunca yüzü karalığı türüne yakıştıramayan? İşte daha üstünden uzun zaman geçmeden aynı hamam aynı tas, aynı vurdumduymazlık aynı şuur kaybı. O şekilden bu kalıba o sözden bu cümleye dökülme hali. Ağzı yine ekşi insanın. Dili yine kılıçlı. Gözleri yine ateşin karanlık.
Dünyanın her yerinde muktedirin öfkesinde eksilme yok. Sayfa üstüne sayfa açılıyor insan derisinden yoğrulmuş kağıtlardan adeta. Oraya hepsi imza koymak, ölümsüzlük plaketi çakmanın derdinde. Yoksulun beklentisi değişmemiş. Yardakçının, yoldaşın, muhibin, militanın heyheyi yine üzerinde.Toprak yalnız, şehirler tenha, güneş bulanık, insan mağarasından fırlamayı bekleyen bir timsah iştahlı. Sanki masalar, uçak koltukları, davulun derisi, sazların teli, göbek havaları, sahiller, otel odaları onu bekliyorlar. İlk fırsatta dışarı fırlayacak burnundan gelinceye dek çalıp oynayacak.
Kapitalizmin gönül üssü Çin, san ki sadece Uygurların üzerine çökmüş. Kadınların, çocukların yürek burkan çığlığı gücün midesindeki asitle kolaylıkla sindiriliyor. Ülkü desen yok. Bir dakika bile duraklamadan yeryüzünü madde çöplüğüne dönüştüren mallar üretilmeye devam ediliyor Çin’de. Üstelik baş sorumludan söz eden bile yok. Bir de aşı satıyor sana. Onu yaparken de ülkende ‘çintürkislamizm’ gibi absürt bir kavram üretiyor. Ne güzel gül bahçesi değil mi? Ne tatlı ülkücülük değil mi?
Biraz olsun ummaktan umuttan vaz mı geçmeli? Gergin bir yay gibi ileri fırlatmaya ayarlanmış duran şu zamanı yok mu saymalı? Bu nasıl olsun? İnsanın kendi vaktinin dışına çıkmak gibi bir gücü var da bizim mi haberimiz yok? Biraz elden biraz gülden konuşarak şu baharın ilk eşiğine oturduğumuz günlerde, beklemediğimiz yönden bir ses mi yükselir? Sanat ve düşünceye en çok bu merakı çözmek yakışmaz mı? İnsanlığın birbirine kuru kibrit gibi gerilerek yaklaştığı şu devirde olup biteni ışıtma ödevi düşmez mi?
Yine yokluyorum kendimi. Benzersizlikler içinde bir tutunacak benzerlik arıyorum. Bir şey olmalı bir güneş yükselmeli. Bu karanlığın geçmesini bekleyen, gün ışır ışımaz aynı şeylere şehvetle sarılacakmış izlenimi veren durumdan öte bir şey olmalı. Bir yol bulunmalı. Kıyıcı bencilliğin ötesinde yüksek dert sahibi bir nesil umudu yeşermeli.
Ağaçlara, kuşlara, balıklara, gün ışığına, dağ doruklarına, yağmur sesine kanacak olsak, bu bahar daha güzel geçecek geçen bahardan. Işık daha parlak olacak. Yağmurlar daha iri yağacak. Rüzgarlar mevsimlerin huyunu değiştirecek. Toprağın verimi artacak. İnsan da payına düşeni alacak. Olur mu? Olmasın mı? Bilemedim.