Sabah ile insan arasında ezeli ve güzel bir anlaşma var. Bu sebepten sadece insan değil sabah da onu sever, hatta içten içe özler. İnsan, gecenin ve karanlığın kötü düşlerinden, korkularından, sancılarından ancak sabahın gelişiyle kurtulur ve varlığını onun net aydınlığına emanet eder. Hiçbir inanç, felsefi görüş, sanat, kültür yoktur ki bir şekilde sabaha bağlanmasın, ona atıfta bulunup ilham almasın. Bu ilk göz açış, bu ilk silkiniş sadece insanı değil aynı zamanda tabiat ve ötesi alemi de anlayıp aydınlatmak için gereklidir. Toplumlar büyük dönüşümlerini ‘bir sabaha uyanmak’la bütünleştirirler. Umut ve zafer sabahın tam alnında yazar.
***
Kadim dünyadan bu güne ‘aydınlık bir sabaha uyanmak’ düşüyle doludur insanlık. O sabah gelip çattığında adeta bütün kötülükler bitecek, acılar dinecek, dünyanın kanunu değişecektir. Çünkü sabah ışık olduğu kadar hayata büyük tutunuşudur insanoğlunun. Veliliği yanında şairliği de bilinen Aziz Mahmut Hüdai’ye atfedilen bir menkıbede ‘ bir sabaha uyanmak’ düşüncesinin bizdeki özü de saklıdır. Aziz Mahmut Hüdai, sabah ezanını herkesten evvel okumak için can atarmış. Hatta önceden ve ağır ağır okunması gerektiğini istermiş. Kendisinin de bu ezanlardan birisini okuduğuna inanabiliriz. Bu hassasiyetini soran talebelerinden birisine aşağı yukarı şöyle söylemiş. ‘Gündüzün içinde her şey açıktır ve herhangi bir sıkıntıya düştüğünde insanın bir çare bulması daha mümkündür. Ama gecenin içinde öyle insanlar vardır ki acı, sıkıntı, ağrı, umutsuzluk ve kötü düşlerden kurtulmak için ne yapacaklarını bilemezler. Hasretle sabahı beklerler. Onların tek umutları sabahı müjdeleyecek olan ezan sesidir. İşte onlar için, belki de o tek bir kişi için acele etmek, erken davranmak gereklidir.’ Umudu, sabahla birleştiren buna benzer pek çok dolaylı anlatım bulunur eski kültürde. Doğu’nun, dönüp dolanıp ‘sabah vakti’ne atıf yapması sadece tarihsel tecrübesiyle değil zaman algısı ve onu içselleştirme yöntemiyle çok alakalıdır. ‘Işık doğudan gelir’. Doğu bunca karanlık ve karmaşa içinde hala bu bilgi ve umutla ayakta kalır.
Hayatın her cephesinde ‘bir yeni sabah’ fikrine ihtiyaç duyulmasının ‘mitik’ bir yanı da var duygularımıza bulanmış. Önemli olan bu miti toplumun ve bireyin nasıl kullandığıdır. Yenilgilerin, aldanışların, abartıların, düşünce ve kültürel özü boşalmış, yaratıcı hamlelerden uzak tekrarların ağına düşmek , ‘bir sabaha uyanmak’ idealinin ve inceliğinin yıpratılması anlamına da gelir. Sabahın muhasebesi geceyle değil sabahla yapılır. Köhne, eski, geceyi ve karanlığı, genç, diri ve yaratıcı olan sabahı çağrıştırır. ‘Bir sabaha uyanmak’ düşüyle uyuyanlar, geçmişe değil asıl geleceğin ufkuna bakarlar.
***
‘Her gün yeniden doğarız bizden kim usanası’ demiş Yunus Emre de. Türkçe’de gün kelimesi mesai saatlerini değil tam da güneşi ve onun meyvesi sabahı karşılar . Sabah, Arapçadan içimize çekilmiş sonra da kültürel tecrübenin içinde neredeyse Türkçeleşmiş bir kelimedir. Onun sadece bir anı değil birbiriyle çok ilişkili metaforlara bürünmesi, anlam katmanları edinmesi, kültürel tecrübenin şevk yanında yaratıcı hamlelerinden de gelir. Öyleyse ‘ bir sabaha uyanmak’ aynı zamanda, yeni, özgün, yaratıcı nice düşünceyi önermek demektir. Yoksa, ölü ve karanlık gecenin eşiti hatta efekti bir sabah olmaktan kurtulamaz hiçbir şey. Fecr-i kazip sabah değildir.
Sabah ile insan arasında güzel bir anlaşma var. Sabah geldiğinde insan bir kere daha bu anlaşmaya bağlılığını yeniler ve sabahın hakkını yerine getirir. Yola çıkar. ‘Yola çıkan için gün ışımıştır’ demiş yine eskiler. Ve yola çıkan bu ışık içinde bilir ve bu bilişi ta içinden duyar ki, ‘bir sabaha uyanmak’ kaderi yaşamak değil o kaderin tam da kendisi, öznesi olmak anlamına gelir. İnsan sabahtır ebedi. Ancak insan varsa sabah da vardır.