Modern zamanlarda toplumsal sıkıntılar bireyde toplanır. Modern sanat, o bireyi kendi içinde algılar, araştırır, dönüştürür sonra da ondan topluma doğru bir projeksiyon sunar. Yıllar önce, ‘bir insanın bulunduğu yerde söylenecek çok şey vardır’ cümlesini kurmuştur da Ahmet Hamdi Tanpınar, kimseler dönüp bakmamıştır. Oysa bireyde olup bitene dikkat kesilip onu anlamadıkça toplumu da tam anlamamız, özgün bir sanat ve düşünce dili kurmamız çok zor. O birey, o özne hele genç ise. Hayatının daha baharında iken toplumsal olanın, kavganın, çatışmanın, sıkıntının kurbanı olmuş ve hayatını bir soru/ sorun olarak arkasında bırakıp bu dünyadan ayrılmışsa… ‘Gök ekin’ misali biçilip geçmişse…Hele bir çocuğun gençliği gibi gözlerimize bakıyorsa…
***
Geçen hafta, Trabzon’un Maçka ilçesinde PKK terörü, bir çocuğun gençliğini gök ekin gibi biçti. Eren Bülbül, Tarkovski’nin filmlerinden alınmış bir plana benzeyen fotoğrafında, kollarını katlamış beyaz gömleği, çocukluk ile gençlik arasındaki sınırı dondurmuş yeleği, gür saçları, fakat asıl zamanı delip geçen bakışları ile arkadan yaklaşmakta olan sisin önünde öylece bekliyor. Yönetmen, onun sislere doğru mu yürümesini isteyecek, yoksa öne doğru mu hareket etmesini söyleyecek bilmiyoruz. Fakat bu duruş kendi içinde öylesine çoğul ve derin bir hareketi barındırıyor ki, öncesini ve sonrasını kurmak, okumak için hayal gücü kadar öznenin mahremiyetini de gözetmek gerekecek. Bu haliyle, Eren Bülbül, masum bir atmaca yavrusu, biz yitik kuzu hatta kurban bayramında büyükler ile bayramlaşmaya giden bir delikanlı.
Her gün ölümün canımızdan kopardığı bu çocuk gençlikleri, bu genç çocukluklar için dönüp dönüp yeni bakışlar, anlatım ve yorum dilleri geliştirmek zorundayız. Toplumsal şuuru mayalamak için ise bireyin yalnızlığına yığılan acıyı yalınlaştırmak şart. Dağlarımız ölmek için değil yaşamak için yurt çocukların gençliğine. ‘Biri de çıkıp iyi ki varsın’ demiyor diye facebook hesabından adeta ölümcül bir öngörüde bulunan Eren Bülbül’ün şahsında, etrafımızı bürüyen sisi dağıtmak, o sisten çıkmak için çalışmak modern bilincin toplumsal sorumluluğu ayrıca.
Şimdi bir çocuğun gençliği hoyratça hayattan sökülüp kanlı bir parça gibi toplumun, insan olmamızın tam önüne atılıyor. Hayatımızın vasat bir aktüalitesine dönüşme tehlikesi taşıyan bu olgu karşısında, gündelik dilin, refleks ve söylemlerin ötesinde kavramsal ve algının öne geçmesi gerekiyor. Tabiat harikası bir bölgede, sisler, ağaçlar, su ve kuş sesleri arasında, ölüm sinsice galip, içimizden birisini, söküp alıyorsa, alabiliyorsa, ressamı, şairi, sinemacı, öykücü ve romancıyı bekleyen nice nice derin meseleler var demektir. Eren Bülbül’ün fotoğrafın tarihinden bir örnek gibi bize bıraktığı resim her tür işlekliğe açık doğasıyla el uzatıp göz kırpıyor.
***
Bu fotoğrafa baktıkça doyamazsınız. Kafasının üzerinden göğe doğru ağan ağaç, bir isyanı mı yoksa hayat ağacının canlı bir görüntüsü mü karar veremezsiniz. Fakat her iki halde güzeldir ve Eren Bülbül’ün ruh haliyle pek örtüşür. Hemen sol yanında belli belirsiz uzayan çitler ise hayatla kurulan zayıf bağın detayına benziyor. Bu berrak ve masum yüz, bir ön bilişin gerilimiyle dolu daha çok. Geride, sislerin arasında yüksek servilikler gibi yükselen ağaç çizgisini ölüm ülkesinden çok aydınlık bahçelerin menzili diye okumak ister gönül. Değişmeyen şey ise tek, bir çocuğun gençliğidir arkadaki sis gibi boğan içimizi. En çok odur.