Asıl bilgi gözükmeyen bilgidir ve hayatı marifetiyle çekip çevirendir. Bazen düş, bazen hayal, çokça tecrübe fakat mutlaka düşüne taşına zamanla oluşur o bilgi. Kuşlardan, bitkilerden, rüzgarın huyundan, güneşin can verici oklarından geldiği gibi bir güzel yüzden bir çift tatlı sözden de ilham alır. Ağzımızın içinde, gözümüzün ışığında, sesimizin kararında ve ayağımızın basışında saklanır. Kitapta altını çizeceğimiz bir cümle ile karşılaştığımızda nasıl heyecanlanırsak bir fincan kahvenin köpüğünde dönen o kokulu sıcaklıkta da hatırladığımız pek çok öz bilgi vardır. Bilgi bizimle birlikte doğar, yoğrulur, şekillenir ve yaşama hünerine dönüşür.
Evin bir köşesine ustaca konulmuş lambadan yayılan ışık nasıl bizi rahatsız etmezse, sütün içindeki kimya bilgisi, giydiğimiz ayakkabının tabanındaki fizik gibi cep telefonumuzdan tweet atmamızı sağlayan matematik de içimizi daraltmadığında güzel bilgi olarak kalır. Ne zaman ki ruhumuzu daraltan, hayatımızı aksatıp kafamızı karıştıran bir durumla karşılaşırız, orada bir bilgi problemi vardır. Hem öğrenme, hem yaşama yönünden böyledir bu. Bilgi üretmek kadar o bilgiyi yaymanın da bedeli vardır, olmalıdır. İnsanın yaratıcı olgunluğu bence bilgiyi karşılama derecesiyle ölçülmeli. Toplumun gelişmişliği ise bilgi kullanma yetkinliğinde aranmalı. Hatta bilgi ile teknoloji arasındaki keskin ayrımın düğümü de burada. Teknoloji günceldir bilgi daima klasik.
Bilgiyi toprağa benzeteceğim ama toprağı işleyecek, onu koruyup gözetecek bilgi yoksa neye yarar toprak diye soracağım. Dönüp dolaşıp bilmenin kaynağı ile bildirmenin ahlakını ören görünmez ipeği düşüneceğim. Bilgiyi bilip tanımanın onu yaşatmanın üst bilgisinden dem vuracağım. O üst bilgiyle şiir, felsefe, ahlak arasında görülmez bağlar olduğunu söyleyeceğim.
Öte yandan, sormadan edemiyorum, bizde, pozitif bilimler dışında üretilen bilginin bir değeri var mı? Eğer laboratuvarda çalışarak, saha araştırması yaparak, ölçüp biçerek değil de, düşünerek, okuyup yazarak üretiyorsanız o bilgiyi değer bulacağı bir mecra var mı? İlk elden gelecek soru ve eleştirileri bir yana bırakıyorum. Ülkemizde söylediğiniz gibi üniversitelerde, bilim enstitülerinde maddi, deneylenebilir, hayata dönüştürülebilir bilgi üretiliyor mu ki söylediğiniz alanda bilgi üretilsin. Bir ülkenin maddi gelişmişlik düzeyi ile kendi bünyesinde ürettiği bilginin mutlak ilişkisi vardır unutma denilsin. Teknoloji ve bilimsel bilgi oluşturmakta yüz ağartıcı bir tabloya sahip olmadığımız doğru. Benim peşine düştüğüm mesele ise başka. Dedim ya bilgi teknolojiyi aşar.
Şöyle düşünelim bir de, en azından bu kadarını tartalım, mesela herhangi bir eğitim çağındaki insanlar için kitap yazıyorsunuz. Bazı bağdaştırmalar, yorumlar, kaynaklar, tablolar sunuyorsunuz. O kitapları okuyan kişiler de bu bilgileri öğreniyorlar. Onlarla sınava giriyorlar. Yeri geldiğinde çevrelerine aktarıyorlar. Türkiye’nin sosyal bilimler alanında ürettiği bilgilere baktığımız zaman nasıl bir tablo ile karşılaşıyoruz? Acaba bu bilgiler, ufkumuzu açıp zihnimizi mi geliştiriyor yoksa bizi hepten cehalete mi sürüklüyor? Bu bilgileri denetleyecek bir mekanizma yok mu? Her önüne gelenin kendi kafasına göre şekillendirdiği bilgi insana bir fayda getirir mi? Herkesin doğru ve ufuk açıcı bilgi ihtiyacı ortak bir haktır. İster devlet eliyle ister kurumlar eliyle kamuoyuna sunulan bilgide genel kuralların geçerliliği şarttır. Politize edilmiş, çarpıtılmış, pedagojik ve bilimsel ölçüde tartışmalı sonuçlar mutlak bilgi diye sunulamaz.
Tarih, felsefe, psikoloji, eğitim gibi alanlarda eğitim için üretilen bilgiler gibi edebiyat için üretilen bilgilere baktığımızda da iç karartıcı bir manzara ile karşılaşırız. Ders kitaplarını düşünelim. Her şeyden önce yazım dilleri Türkçe’den uzaktır. Pedagojik açıdan sorunlu olduğu gibi insan kaynağını gözetecek bir yöntemle yazılmamışlardır. Hal böyle olunca, birer tablet gibi insanların önüne konulan bu bilgilerin sorumlusu kim olacak? Öğrenci sorumlu tutulamayacağına göre, bu alan vicdan ve iyi niyet gibi kavramlarla açıklanamayacağına göre, kime ne söyleyeceğiz?
Fizik öğretirken, kimya dersi verirken, matematik anlatırken yapılan bir yanlışın zincirleme sonuçları göz önüne alınsın. Rakamların hatalı olduğu düşünülsün, bu hayatı etkilemez mi? Peki sosyal bilimlerde verilen bilgilerin hayatta karşılığı yok mu? Bu bilgiler iş olsun diye mi insanlara öğretiliyor? Zaten günümüz teknoloji çağında burada gösterilen bilgiden çok fazlası ekranlara dökülüyor. Aklı başa toplayıp bir an önce bir bilgi temizliği yanında yöntem arayışına girişmek gerekmez mi?
Yazılmış bir kitap, bir dönem, şahıs veya konu hakkında yorum yapmakla bilgi üretmek çokça birbirine karıştırılıyor. Sosyal medya gibi ortamlarda dolayıma sokulan paylaşımları düşündüğümüzde yalan, yanlış ve kasıtlı bilginin ortalığı kaplamasını ahlak dışında akılcı yöntemlerle izaha muhtaç değil mi? Sakın bu bizim daha ilköğretim çağından itibaren ürettiğimiz bir yol olmasın? Daha bilginin neresinde olduğumuzu bilmezsek, bildiğimizle ne yapacağımızı nasıl bilebiliriz?