Bankalar reklamı çok önemserler. İletişim stratejilerinin ana dili sayarlar onu. Bu sayede hem kendi kimliklerini adeta oluştururlar hem de rakiplerinden ayrışmak isterler. İmaj her şeydir bu dil için. Ve onu cilalayıp cazipleştirmek için ısrarla bazı kavramlara vurgu yaparlar. Üretim, destek, gelecek, birliktelik, yükselmek dillerinden düşmez. Neredeyse hiç bir banka reklamı yoktur ki üretime özellikle vurgu yapmasın. Kaldı ki üretimle pratik olarak da iç içedir bankalar. Böyle olduğu halde, bilgi, teknoloji ve sosyal ilerlemeyi çağdaş birer vazgeçilmez saydığı halde, bir banka, günü geldiğinde, bilgiyi üretim dışı sayabilir mi? Daha doğrusu, herhangi bir olay karşısındaki tutumu böylesi bir imaj kaybına çıktığında, o banka kendisini savunabilir mi? Soruyu biraz daha geliştirerek soralım, ömrünü iktisat tarihi, dolayısı ile üretim-tüketim ve bunun sonucu oluşan siyasal ve toplumsal ilişkiler üzerine kurmuş bir entelektüelin yorumu karşısında içine düştüğü durumu tam idrak edebilir mi? Halk Bankası, Mehmet Genç’i aşabilir mi? Profesyonel bir banka gibi davrandığında tam olarak önceliği ne olur?
Bilindiği gibi son zamanlarda Şehir Üniversitesi ve ona kredi veren bir devlet bankası olan Halk Bankası ilişkileri üzerinde tartışmalar yapılıyor. Halk Bankası, reklamlarda halkın bankası olduğunu, güçlü bir sermaye yapısına sahip bulunduğunu ve üretimi sürekli desteklediğini vurguluyor. Şehir Üniversitesi ise, özgür, bilim ve bilgi üretmeye dayalı, entelektüel yayılım alanı geniş bir kurum olduğunu öne çıkarıyor. Bu üniversitenin çekirdeğini oluşturan çalışmalar ve kurumlar yakından biliniyor kamuoyu tarafından. Çok sık olmasa da kimi nitelikli etkinliklerine konuşmacı olarak ben de katıldım. Üniversite kurulduktan sonra da yarattığı sinerjiyi yakından gördüm. Mevcut yerleşkesine hiç gitmedim ancak, öğrencileri ve hocalarının seçkinliği karşısında hep umutlu oldum. Gençler için çekim alanı olması başlı başına bir hadisedir sonuçta. Onlar kolay yanılmazlar çünkü. Üniversite gençlik demektir.
Hukuki olduğu söylenilen bir meseleden dolayı üniversitenin karşı karşıya kaldığı durumu aşmak için bazı adımların atıldığını, kredi borcuna karşı bazı teminatların gösterildiğini okuyoruz. Hukuk, ülkemizde, pek çok konuda olduğu gibi bir gayya kuyusudur ve içinden çıkılması zordur. Burada, öne çıkan konunun bağımsız ağızlar tarafından da söylenildiği gibi, bir hukuk değil siyaset meselesi olduğudur. Konu böylece hukuktan çıkıp zihniyet derinliği kazanmakta ve tam da yerinde bir adımla Mehmet Genç gibi, sayılı entelektüel olduğu kadar her tür akademik ünvandan imtina etmiş bir şahsiyetin bakışıyla aydınlanmaktadır. Türkiye’nin tarihten gelen sorunu, kendini sevmemeye dayalı tek boyutluluktur ve her meseleyi ‘tek’ e indirgemektir. Tek konu, tek adam, tek bakış, tek mesele, tek kafa, tek görüş vs. Oysa tek olanın boyunun uzadığı, her yeri gölgelediği zamanlarda, düşünsel kırılışlar artar, özgürlük alanları daralır, meseleler değer hizasını kaybeder. Senden benden olanlar, benim horozum benim çitim, benim pilavım benim kaşığım, benim dinim benim mezhebim, benim oğlum benim kızım hattı çoğaldıkça çoğalır. Ne hukuk güvenilir olur ne insanlar arasındaki sıcaklık kalır.
Mehmet Genç, bir tarihçi ve entelektüel olarak konuştuğunda, o güne kadar her tür cilalı ve iddialı cümleye sarılanların, bilgi, düşünce, kültür sanat, gelenek ve ahlakı bayraklaştıranların, durup ne oluyor, ne yapıyoruz diye düşünmesi sonra da adım atması gerekir. Bu olmadığı sürece, Mehmet Genç’in diliyle sembolleşen ve şahsında anlam bulan, bilgi, ilim, kültür, entelektüel, aydın, özgürlük gibi kavramların, aslında öteden beri şimdilik Halk Bankası olarak gözüken zihniyet tarafından ne olarak görüldüğü ve bundan sonra da ne hale sokulacağı açıktır. Önemli olan zaten apaçık olanı görmemek/ görememek/ görmek istememektir.
Öyleyse, bir iktisat tarihçisinin bir tarih filozofu şuuruyla konuştuğu, ve yankısız kaldığı yerde, ülkenin seviyesi de açığa çıkmış demektir. Öyleyse, yaşasın bankalar ve onların bilgiyi destekleyen sermayeleri. Yaşasın tekliğin tekelliği!