Yeni bir yazarla buluştuğumuzda farklı sürprizler karşılar bizi. Etraf birbirine benzeyen o denli ses ile doluyken ilkin sürprizciliğiyle ayrışır o. Cümleleri başka bir sesle kurmuştur mesela. Yüksek veya alçak çıkması önemli değildir sesinin. Kendilik tınısıyla belirmesi yeterlidir. Burada durursunuz. Bir şey duydum galiba? Bir şey duymuş olabilir miyim? Kesin bir şey duydum, bir kez daha gelir mi o ses? Sadece tesadüflerde tekrar olmaz. Eğer yazar bir bilinçle belirip geliyorsa, siz ona kulak verdiğinizde yakına, daha da yakına gelecektir sesi. Murat Çelik bir süredir kitaplarıyla bu sesi belirginleştirip ayrıştıran sürprizci genç yazarlarımızdan. Son kitabı Bazı Günlerin Sonu’nu okumaya başladığınızda sesinin daha da belirginleşip ayrıştığını hissediyorsunuz. Şaşırtıcı fakat salt şaşırtıp akıl karıştırmaya, sıra dışılığın artistliğine bel bağlamaya yeltenmiyor Murat Çelik. Her insanın kendisine göre bir adım atışı vardır fakat herkes bir setten bir ipten bir duvardan aynı tarzda atlamaz diyor edasıyla. Beklenmedik bir çeviklikle atlıyor üstelik o. Cümlelerin arka arkaya gelişi çevik ve kendine has bir dokunukluk kazanıyor. Dili kuran duyarlık olduğu kadar sentakstır yazıda. Nice yazarın akılla sentaksı burup sıktığı noktada onu gevşetiyor, hayatın ırasında saklı ironiye basıyor. Kendiliğindenlik nota bilgisi olmadan da özgün ses çıkarabilme vasfı olarak öne çıkıyor onda.
Kitabın daha ilk cümlesiyle, yazım ve beklenti kurallarına ters bir tavrı var Çelik’in. ‘yavaşladım, esnedim’ diye başlıyor. İki eylem arasında anlamı bir başına bırakırken, dur bakalım şimdi ne olacak duygusunu kabartıyor. İçindeki sesleri bir köpeğe karşı kişileştirerek ilerleyen çok kişili anlatıcı, köpeğin masumluğu ile kendisinin çelişik halleri arasında bocalıyor. Ölüm ile hayat, iyilik ile kötülük, insan ile köpek, kararlılık ile tereddüt hasılı çok kısa bir bölüm içinde pek çok psikolojik hal ve gerilimi son derece yalın bir akış içinden yansıtıyor. Zaten, Murat Çelik’in sesini ve yazıyla getirdiğini farklı kılan da güvenli iddiasızlığıdır. Metin cazibesiyle değil kendiliğinden içlenen sessizliğiyle size içe çeker. Ve çok gecikmeden de tekillikten çoğulluğun içine, duygularla duyarlıkların, iyilikle kötülüğün, hesapsızlıkla ölçüp biçmenin arasına bırakır. Az önce masum bir köpekle baş başa ve o köpek kadar çaresiz görünen şahıs, bir den daha ilk cümleden itibaren ‘itliklerin’ arasına gelir. Metnin başlangıcındaki masumiyet istenci akış ilerledikçe insan sarmalana dolanır. Hayat içine dalındıkça dilleşir, dil çetrefilleşir, akıllar, sentakslar, şuurlar sürçüp kıvılcımlaşır. Yazar, kontrolü kaybetmeden, kim nerede, metinde hangi derecede ve ne gerekçeyle yeralacaksa orada tutulur.
Özellikle, kısa roman ve novellalarda hem metinsel dengeyi hem de akış gerilimini geriye düşmeden korumak zordur fakat ‘Bazı Günlerin Sonu’ üzerinde iyice çalışılmışlık hissi veren yoğunluğuyla okuyucuda güven pekiştirir. Dünya edebiyatında ve bizde de görüldüğü gibi hikayeyi klasik usulün dışında ileri-geri salınımlarla örüp geliştirmek, olayı ve insanları bu salınımların arasında aydınlatmak sıklıkla başvurulan bir yol. Bazı Günlerin Sonu yer yer bana Jim Jarmusch’ın akıl yürütmelerini hatırlattı. Zaten modern edebiyat bir şekilde sinema aklını kullanmak durumunda. Bölüm başlarına konulan perde cümlelerin bu bakımdan kurgunun dokusunu güçlendirdiğini düşünüyorum. Bununla birlikte, taşranın, şehrin çok uzağında olamayan fakat bir şekilde şehre göre dışarıda kalanın, kendi iç atölyesini, her hangi bir elemeye uğratmadan, tip, psikoloji, arzu, batıl inanç, dostluk, çatışma, bütün kiri ve pasıyla metne almak, böylece sosyolojik gözü, taşranın kent özentisine bitiştirmek, yazardaki sosyal katın diriliğiyle ilgili olmalı. Murat Çelik, yazdığı insanlara salt bir gözlemci olarak bakmıyor, oranın içinde, yer yer ona gövdelik cesaretiyle gerçekleştiriyor. Metnin kanlı canlılığı yazarın hayata baktığı gözenek çokluğuyla gerçekleşiyor
Bazı Günlerin Sonu’nda Murat Çelik’in tam kemiğin kırılacak noktasına vurmak için kaldırdığı fakat havada bıraktığı sopa gibi bir konu var. Erkekler ve kadınlar arasındaki o kadim açıklığa, taşranın kaba, karmaşık, güç ilişkileriyle fakat sonunda kültürün hiç iyileştirmeyen sargılarını açmaya cesaret etmesi. Antropolojik olanı sosyolojik olanla güncellemesi. Erkeklerin bunca şiddete meyilli, her tür kötülüğü orman kanunlarıyla işletme tutkusunu, albenili psikolojik tahlillere, kuram içselleştirmelerine yüz vermeden, edebiyatın ve elbette dilin özünden bakabilmesi. Duyguları, konuları ve tipleriyle zor ve bir o kadar da zengin ve elbette yoruma imkan veren sıkı bir metinle karşı karşıyayız. Okumak, tıpkı yazmak gibi bütün kötülükleri ortadan kaldırmasa bile sonuçta bize iyi gelen tek şeydir.
* Murat Çelik. Bazı Günlerin Sonu. YKY