Saatin ölçebileceği hiçbir vakit, akşam babası eve dönmeyen bir çocuğunki kadar uzun değildir. O vakit ki bir yandan batabildiği kadar yerin dibine batar ve çıkabildiği kadar da gökyüzüne yükselir. Her iki bakımdan da aklı aşan gönle ateş düşüren olup biten her şeyi saçmalaştırıp anlamsızlaştıran, dahası insan olmanın ve bir hayat yaşıyor bulunmanın ateşini yükselttikçe yükselten yürek parçalayan bir durumdur bu. Ve eğer bir toplum, bizler, hepimiz, sabahleyin babasını yanağından öpüp de hayata yollayan, bir bakıma bizlere emanet bırakan bu çocuğun hakkını koruyamıyorsak orada aktüaliteyi aşan derin bir insanlık sorunu var demektir.
İnsin kepenkler, kapansın bankalar, gazeteler baskıyı durdursun, televizyonlar yayınlarını kessin, piyango çekilişleri ebediyen yasaklansın, piyano tuşuna uzanan el donsun, futbol hakeminin düdüğü elinden düşsün, şair kalemini rafa kaldırsın, patron hesaplarını ertelesin hatta yırtıp atsın. Bir çocuğun babası bu akşam eve dönmemiştir. Okullara kilit vurun, güzel pişmiş etler, keskin ve baş döndürücü içkiler, tatil planları, kayak mevsimi, kampanyalı mobilya, araba değiştirme işleri, hepsi hepsi bir el hareketiyle bir kenara bırakılsın, bir çocuğun değil birçok çocuğun, üç aylık, iki yaşında, on üç, on yedi, yirmi sekiz yaşında, çocukların, canların, civanların, o ciğer pareleri, o göz ışıkları, o cana can katan biricik dayanakları bu akşam eve dönmediler ve bir daha hiç dönmeyecekler.
***
Saatin ölçebileceği hiçbir vakit akşam babası dönmeyen bir çocuğunki kadar ağır değildir. Ölüm bir kader atına binerek gelmez orada. Bulutlar kararıp da ölümün kara sütü damlamaz alınlara. Ne ırmaktan geçerken boğulan vardır ne ayağı takılıp da düşen. Ne çaresiz hastalık illeti ne görünmez kaza ne şu ne bu. Terör diye bir insan canavarı vardır ve o soysuz bazen buzun içinde sis gibi saklanır. Baktığınız pencere camına yapışmış örümcek salyası gibi sıradan görünür. Birden kimin ağzından çıkacağı kestirilemeyen ateşle büyük bir gürültü ile patlar, insan denilen doğanın en savunmasız varlığını yerle bir eder, hayatın, zamanın, bir dile, bir dine, bir toprak parçasına ait olmanın paradigmasını parçalar, o ölçülemeyecek an içinde, bir babayı, o biricik babayı çaresiz bırakır, tüketir, yakar küle çevirir.
Ne felsefe ne nutuk ne akıl yürütme ne strateji bilgisi ne kahraman ne hain ne geçmiş ne gelecek, terör; insan kemiğine çakılacak en ilkel çividir ve o asıl cemiyetin kalbine girer. Her tür din diline bürünen fanatizmle ırkçılık postunu giyen özekıyımcı terör doğası gereği tanrısızdır ve aynı kökte birdir. Toplumlar onların karşısında duyguyla, akılla, sözle el ele verip de bir daha bir kez daha tek bir çocuk babasız kalmasın, her çocuğun babası akşam eve dönsün diyebilsin diye millettir. Kalem bunun için çalışır, bilgi buna yönelir, uykusuzluk bunun için çekilir, balkondaki sardunyaya su bunun için verilir.
***
Saatin ölçebileceği hiçbir zamanın içinde yaşayan bir yürek bir çocuğun kalbi kadar yangın yeri değildir. Önce kesik kesik, saklana fısıldana, sonra da önlenemez bir hıçkırıkla geliverir o kara haber. Artık bahçeler tarumar, evin duvarları eğik, annenin gözleri bütün mağaralardan daha karanlık ve soğuk, yalnızlık ve keder bir ateş bahçesi gibi ağaçlarla çevrilmiştir. Bir tek çocuğun, bir çocuk tekinin akşam babasıyla kucaklaşamayacağı vakte eriştiği çağda, ne masum bir gerekçe kalır ne o kalın sözler o babayı yerine getirir. Babasızlık hiçbir şeye benzemeyen ebedi bir sürgünlüktür. Bugün akşam eve babası gelmeyecek çocukların önünde bir bir eğilip ayaklarından öpmek bile yükümüzü hafifletmez bizim.