Herkes uzun sürmüş dokuz günlük tatil rehavetinde. Çoğu daha uyanmadı bile. Benim gibi erkenciler ise az sonra biraz daha eriyecek günün derdinde. Y ürüyüş yapıldı. Kahvaltı edildi. Gazeteler okundu. Kahvenin bile sırrına erildi. Belki azıcık pinekleme anının dışında o bitmeyen şeye, hayata geçilecek. Gözüm şimdilik sakin sokakta. Balkon demirlerini yurt tutmuş sardunyalar ve begonyalar güneşin lezzetiyle önümde soluyorlar. Onların aralığında bu vakit daha sakin gibi. ‘Hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka’ diyen şairin ismini taşıyan sokağı gözlüyorum. Ne olacağını bilemezsiniz oraya dalarken. Ya metrelerce sığ suda ilerler ya da birdenbire... Gökte parçalı üç beş bulut. Arka bahçeden kopan yaz rüzgarı yalayıp geçiyor ferahlığıyla yüzümü. Ona teşekkür ederiz. Bu ferahlık önünde saygıyla eğiliriz. Yaşamak sadelikten öte nedir ki!
***
İşte bir adam. Sokakta sessizce belirdi. Bir apartmanın önünde durdu. Elinde bir poşet bir fırça süpürge. İlkin bir arkeolog titizliği ile otları yoluyor. Aralardan boy vermiş ne çok ot varmış. Şu arabalar, kaldırıma park yapmasın diye dikilmiş dubaların dibinde, yağmur oluklarının ağzında, duvar aralarında, mermer köşelerinde. O kopardıkça ben otların arsızlığına şaşırıyorum. Sonra da kedi pisliği, çer çöp, ne kadar atık varsa onları torbaya koyuyor adam. Yüzünü seçemiyorum. Öyle dikkatli ve özenle yapıyor ki işini, kafamda sorular yeşeriyor. Goethe miydi, hayatın temizliği kişinin evinin önünü temiz tutmasından geçtiğini müjdeleyen? Kim bu adam? Nefsini eğiten bir derviş mi? Bir temizlikçi asla böyle yapmaz. İş olan her şeyde bir alışkanlık bir geçiştirme de barınır. İşte tekrar geri döndü. Ayıklayıp temizlediği yerleri bir kere daha elden geçirdi. Ne bir mülkiyet edası var tavrında ne bir yüksünme. ‘Hangi gerekçe bu adamı buna ikna edebilir?’ ‘Yoksa sadece hayatını böyle kazanan çaresiz bir apartman temizlikçisi mi?’ Ne fark eder. Adam sabahı ve hayatı çoktan dolduruyor. Teorileri alt üst ediyor. Sanki ömrü oldukça aynı sabırla burayı temizleyecek.
***
‘Simiitçiiii, sıcak siiiimiiitttt’! Ok gibi bir ses zamanın çarşafını deliyor. Adamın simitçiye ve sese aldırdığı yok. Şimdi iki kişi oldular. Derken aynı anda orta yaşlı iki adam giriyor görüş alanıma. Önde temizlik yapan adam. Arkada kafasının üstünde yarısı satılmış simit tablasını taşıyan simitçi. Sokağın tam ortasında iki de adam. Bu anı sadece bir fotoğraf karesinde ya da hikaye cümlesinde zapt edebilirsiniz. O kadar. Adamlar aynı anda durup simitçiye bakıp bir şey söylüyorlar. Simitçi saygıyla diz kırıp yere indiriyor tablayı. Tablanın bacakları da varmış. ‘ Demek kısmet denilen böyle bir şey. Şimdi şu iki kişi en az iki simit alacaklar belli. Nice vakittir simit diye dolanan adam hayatını bu an içinde kazanacak. Saçları boyalıymış gibi gözükeni elini cebine atıyor. Para çıkaracak sanıyorum. Cep telefonunu çıkarıyor ve simitçiye uzatıyor. Sokağın ortasında ikisi poz veriyorlar. Niçin? Burası sadece bir sokak. Simitçi inadına temiz giyinmiş. Tıraşı da yeni. Özenerek çekiyor fotoğraflarını. ‘Şimdi,’ diyorum, aslında simite ihtiyaç duymuyorlardı. Simit almak için fotoğraf bahanesini uydurdular. Ne kadar da incelikli düşünüyorlar.’ Ötekisi elini cebine atıyor bu kez. O da cep telefonunu çıkarıyor. Simitçi elindeki telefonu geri verirken ötekisini memnuniyetle alıyor. Bu kez sokağın bana yakın tarafına geçiyorlar. Poz veriyorlar yeniden. Gülüyorlar. Arkada temizlikçi adam olanlara aldırmadan yine özenle çalışıyor. Demek ki diyorum adamlar simitlerin hepsini alacaklar… Simitçi boş tabla ile evine dönecek. Bak sen bendeki kurguya/kuruntuya.
***
Yolun ortasında duruyorlar. Simitçi ve diğer iki adam. Simit tablası orada. Sonra simitçi tablaya yöneliyor. Adamlar gördüğüm alandan pervasızca akıp gidiyorlar. Simitçi tablanın ayaklarını katlayıp kafasının üstüne yerleştiriyor. Hiçbir şey olmadı sanki. Temizlikçi otları sökmeyi sürdürüyor. Ne çok ot ne çok pislik var diyorum. Balkon kapısını kapasam. Sıcak. İyisi mi… Sokak, bomboş doldu.