Her şeyi bilip görmek için akıl bir başına yeterli olmayabilir ama insanın önünde ondan daha ileri bir seçenek yok. Duygularımızın güzelliği inkâr edilemezse de tabiatlarındaki gizem bizi çokça yanıltır. Bazen niçin kıskandığımızı, neden kederlendiğimizi, ne hakla tembellik ettiğimizi, hangi akla hizmet için gereksiz yere heyecanlandığımızı bilemeyiz mesela. Akılla yoğrulup olgunlaştırılmamış, saçağından, çapağından, köşesinden keskinliğinden biraz alınmamış duygular kişiliğimizi mayalamayı sürdürürler, yaşamanın çeşnisi olarak sürerler ancak fırtına dinip de insan kendi yalın sükûnetine geri döndüğünde onların istenmeyen hasarlarını fark eder. Bazen de, yine aynı yalın sükûnetin içinde pişerek aklıyla buluşan insan, her köşesi emredici gözlerle kuşatılmış soğuk bir meydanın ortasından yakasına taktığı rengârenk bir çiçekle geçmek cesaretini gösterebilir. Böylelikle kendi aklı ona, düşünceye yükseltilmiş bir duygu tecrübesi sunar. İlk bakışta hileli dinginliğiyle var edici, kollayıcı, hayat verici görünen o tekdüze yaşam, ancak aklın sükûttan kopardığı fırtınayla insana, insan yanını hatırlatır. Yalnızca o insana değil, onunla beraber diğer tümüne bahşedilen bir hatırlatma... Nitekim varlığımızın duygudan düşünceye, yani akla varması ırasının özüdür de. Bununla birlikte aklın düşünceye evrilmesi için bir akla ihtiyaç vardır, akıl için akıl demeli buna.
‘Hiç düşünmez misiniz’ hitabının muhatabı akıl sahibi kişilerdir. Birine bu yaptığının düşüncesizce olduğunu söylediğimizde onun aklına da vurgu yapmış oluruz. Akıl niteliğine ancak düşünceye ererek kavuşur. Her güzel, iyi ve nitelikli şeyde olduğu gibi akli melekeler konusunda da bir genellemeden söz edilebilir bu bağlamda. Bir şekilde akıl eşit olarak dağıtılmıştır. Daha doğrusu akıl master, ana, başlangıç, dara değerdir. Normal şartlar altında biraz ileri biraz geri, azıcık fazla birazcık çok ama birbirine görelik noktasında girinti ve çıkıntılar hesaplandığında akıl sahiplerinin ölçüsü ortaktır. Aklın yaratıcı hamlesi düşüncedir. Düşünce ise eylemlerimiz, hareketlerimiz, duygu ve inançlarımız arasındaki illiyetin ruhunu yakalayabildikçe akıl olur. Filozof düşünerek, şair şiir yazarak, bilim insanı soru sorarak yapar bunu. Herhangi bir sanat veya felsefe edimi içinde olmayanlar ise onların eserlerine bakarak, okuyarak, dinleyerek yol alırlar. Erdem bir insan hususiyeti olmaktan toplumsal şuura böyle yükselir.
Toplum aktörleri sayılan politikacı, eğitimci, akademisyen, hukukçu, tıpçı ve nice meslek grubundan insanlar yanında entelektüellerin de akıl için aklı kullanmak konusunda sorumlulukları vardır. Bir sosyolog yaptığı araştırma ile toplum eğilimlerini tespit ettiğinde aslında akıl için bir akıl önerisinde bulunur. Yeter ki gerçekleri sapıtmasın, yöntemi ilmî olsun. Tıp üzerine çalışan bir akademisyen de sağlık adına yeni bir bilgiye ulaştığında aynını yapar. Yine bir hukukçu düşünelim. Hukukçu mevcut kanun ve yasaların ötesinde düşünebilen ve bunu evrensel bağlama oturtabilen kişidir. Onun hak ve özgürlükler adına geliştirdiği bilgi de aklın meyvesidir. Bu meyvenin hemen herkesin hayatına yayılması için gerekli olan idrak ve irade yüksekliğine akıl için akıl diyoruz.
Bir ülke birden fazla iklim zenginliğine, kara ve deniz sınırına, tarihsel ve kültürel birikimle beraber sosyolojik açıdan canlı bir toplumsal çeşitliliğe sahipse eğer, akıl için aklı devreye sokmak hesabına ne yaptığını sorabilmek lazımdır ya da, yine aynı bağlamda düşünelim, yokluklar, eksiklikler, kusurlar, yetersizlikler aklın başka başka yönlerini devreye sokarken her tür varlık çeşitliliği bizi nereye yönlendirmektedir? Daryush Shayegan ‘aklı ancak aklın yaşadığı bunalımlar eğitebilir’ dediğinde toplumu çevreleyen bu çeşit çeşit yokluğu verimli bir keşif alanına dönüştürür bir bakıma. Türkiye akıl için akıl şartını hamasete kapılmadan, bilimsel bilgi yanında yüksek felsefe ve sanat duyuşuyla yerine getirebilen bir toplum mudur? Her gün bir vesileyle toplumun önüne çıkıp da onun heyecanını köpürtmekten başka yol bilmeyenler ‘hiç düşünmez misiniz’ hitabını nasıl anlıyorlar acaba?
Bir yandan sormak mı gerekir tekrar tekrar? Toplumların insan gibi duygu çağları uzun sürdüğünde başka bir aklın idaresine girmekten öte bir yolları kalabilir mi? İnsan nasıl ilkin duygularından kopmadan aklıyla hayatının öznesi olabiliyor sonra iradesi ve yeteneği ölçüsünde sanat ve düşünce katına yükselebiliyorsa bir toplumun da aynı ölçütleri esas alarak kendisini gözden geçirmesi gerekmez mi? Elindeki bunca imkân içinde dönüp dolaşıp yokluğun, yoksulluğun, şiddetin, eğitimsizliğin, neredeyse karnını doyuramama eşiğine gelmenin ve daha da vahimi birbirine karşı bölünüp düşman kesilmenin akılla izah edilir bir yönü var mı? Akıl için akıl. Yarını bile beklemeden.
( Herkesin bayramını gönülden kutlar saygı ve sevgilerimi iletirim.)