Türkiye bir aile cehennemidir ve anne ve babadan başlayarak halka halka bölgeye ve sosyo-ekonomik katmanlara göre ateş değişikliği gösterir. Ataerkil tortuların din ve sosyolojik sebeplerle sarmalanması yetmedi kutsallık gibi bir çürütme kapağıyla örtülmesi onun basıncını daha da artırır. Aileyi dönüp dönüp kutsayan ağızlar çok köklü iktidar tutkularını oradan başlatarak iş görmek isterler. Kutsanan her şey üzerine akıl ve mantıkla düşünme fırsatına engel olduğu gibi duyguları zamanla kurutur onları şekilden birer kültaşına çevirir. Anne, baba ve çocuklar birlikte ve eşit derecede fakat anne ve babanın koruması altında yaşama hakkını kullanırlar. Kadın ve erkek arasında kıvılcımlanan dünyaya birlikte eşlik etme istenci, hukukla bağlanmış fakat insan olmanın erdemleriyle bezenmiş bedensel ve ruhsal bir bağlılıktır. Bu bağlılıktan doğacak sonuçların sorumlusu cemiyettir çünkü evlilik cemiyete doğru atılmış bir adımdır. Çocuk tam da bu yüzden cemiyet aklının çekirdeğidir.
Kadın ve erkek zamanla birliktelik istençlerini gözden geçirirler ( geçirmek zorundadırlar) ve sonunda varlıklarını çocuk üzerinden ilerletmek kararı alırlar. Fakat hiçbir zaman çocuk ailenin malı değildir. Çocuk ait olduğu aile ile beraber ortak yaşanılan ekonomik, sosyal ve hukuksal sistemin canlı ve eşit bir parçasıdır. Ne çocuğun aileye karşı bir sorumluluğu vardır ne de ailenin çocuk üzerinde mutlak tasarruf hakkı. Çünkü çocuk anne babaya nazaran henüz olmamış olandır. Ne olacağı güncelin dokusuna göre şekillenir. Aile çevresi, cemiyet bu şekillenişe olumlu katkı vermek durumundadır. Devlet ise bütün bunları gözleyendir. Çocuğun geleceği, çocuk için, devlet adına, devlet tarafından kollanır. Eğitim, sağlık, beslenme hakkı gibi durumlar sürekli takip edilir. Fakat devlet, çocuğa mal gibi bakamaz.
Geleneksel aile yapıları dirençlidirler ve sosyolojik oluşumlara kolay geçit vermezler. Türkiye’de topraktan kopuş, kır- kent dengesinin bozulması, barınma, beslenme, aile içi pozitif hiyerarşi gibi kavramların ters yüz olması, eğitim, sağlık ve kentleşme problemleri en çok çocukları vurmuş ve Türkiye daha bir aile cehennemine evrilmiştir. Son bir yıldır ülke nüfusundaki düşüş ve bunun gelecek yirmi otuz yıl içinde doğuracağı sonuçlar konuşulurken, sebepler üzerine kafa yorulmadığı gözlenmiştir. Sebepleri üzerine esastan kafa yorulmayan hiçbir sorun yine esastan çözülemez. Türkiye bu ekonomik, sosyal ve psikolojik gidişle sadece felaketini öteleyebilir. Çocuğa göre düzenlenmemiş bir hayat sistemi ne aileyi ne toplumu ne de ülkeyi geleceğe taşıyabilir. Çocuk, hala bu ülkede zihniyet kavgalarının ve geleceği yönetme iştahlarınım bir konusudur. Çocuğa göre değil büyüklerin bel hizaları kaş ve alın çizgileri yanında çok bildikleri yüksek maneviyat tezgahları içinde konuşulan her mesele daha da çıkmaza girmektedir. Çocuk bir inanç ve politika başlığı değil insan oluşun özü sayılmalıdır.
Mesela bugünkü çocukların maruz kaldıkları büyük haksızlıklardan birisi onların akransız büyümek zorunda kalmasıdır. Çok az çocuk, çocukla büyümek fırsatına sahip olmaktadır. Okul binaları, sokaklar, şehirler, çevresel faktörler ve her gün bir tarafı dökülen cemiyet hayatı çocukları cep telefonları, tabletler ve ekranların insafına bırakmakta, biyolojik büyüme ile duygusal ve zihinsel büyüme iç kırılmalara uğramakta, büyük şehirlerde özel eğitim kurumları diye teşekkül edilen fakat esasta bir sınıf kavgasına dönüşen yapılanmalar merkez ve çevre arasındaki çatlağı büyütmektedir. Devlet okulları ise birer yığma ve yığılma alanlarıdır. Anaokulu, kreş ve benzeri merkezler birer oyalama ünitesi görünümü taşırken, eğitim, sağlık ve beslenme hususundaki çelişik eşitsizlikler katlanmaktadır. Özel okullar ( her türü ve her biri) kapatılmadıkça çocuklara eşit dereceden bakılamaz.
Kadın cinayetleri ile çocukların maruz kaldığı her tür şiddet, ( aile içi taciz, öldürme dahil) çocuk kaçırma gibi eylemlerdeki artışın nirengi noktası ailedir. Kadınlar, iyiden sakatlanmış aile kutsamasının sonucunda canlarından olmakta, çocuklar kutsal aile cenderesinin içinde oyalanmaktadır. Baba ve annenin doğrudan ve dolaylı kötülüğü karşısında, olup biteni aile üzerinden ve kutsal maskları devreden çıkararak tartışacak akla ihtiyaç var. Ne ataerkil söylemler, ne din veya devlet dili ne de ötesi artık yaşanılanları kavrayamaz. Probleme sebep olan çözüm diye dayatılamaz. Bu cehennem ise herkesin ateşine yakınlık derecesine göre tartışılamaz. Dün bir çocuğa yetişemedi ne cemiyet ne de devlet ve o bir çuvalın içinde hayatından oldu. O halde bir kez olsun bunun için yarıya indirilmeliydi bayraklar. Acının sert gerçekliği en ortak sembol üzerinden görülebilsin diye. Aile denilen cehennem başka türlü açıktan konuşulamaz.