Nuri Bilge Ceylan sineması kendi içinde kırılmalar kadar değişim ve gelişimleri de içerir. Bir Zamanlar Anadolu’da ile başlayan sosyolojik yönlü evrilme ise ‘bireyden kitleye’ doğru açılımları da barındırıyordu. Senaryodan ışığa, mekan kullanımından kurguya, kamera açılarından oyuncu seçimine kadar genişliyordu bu açılımlar. Ahlat Ağacı tam da bu bağlamda bana göre sanatçının her zaman içinde taşıdığı o büyük riski alıp değişmekten korkmamasıyla öne çıkıyor. Nedir bu? Artistik çerçeve/ çerçevelemeden çıkıp her şeyi kendi gerçekliği içinde yakalamak ve görsel duyum/ duyuruşu geri çekerek sosyolojik dili öne çekmek. Tıpkı Dostoyevski’de olduğu gibi insanı sosyal çevre içinde gösterdikten sonra onun ruhsal dünyasına ve psikolojik alemine dalmak. Kendisi de her bakımdan taşranın bir yapımı sayılan büyük şehirlerin dışında, ekonomik olarak daha gelişmiş ama sosyolojik olarak benzeşlerine yakın bir Anadolu ilçesi Çan’da karşılaşırız bu sosyal ve sosyolojik çevre/çerçeve ile.
***
Üniversiteyi yeni bitirmiş taşralı bir genç, ideallerine bağlı kalmasına rağmen hayatın at yarışı kuponlarına kadar savurduğu bir baba, çaresiz anne, pervasız kız kardeş, masum ve saf büyük anne ve büyük babalar… Onların arasında bir genç adamın gelecek arayışı ve hayata tutunma savaşı izlediğimiz öykünün ana özeti. Ancak bu kadar da değil. Edebiyat tutkusu ile dolu genç Sinan, romana benzeyen bir kitap yazmıştır ve bunu bastırmak hevesindedir. Bunun için belediye başkanı ve yeni nesil işadamlarının yardımlarına başvurur. Bu vesileyle Türkiye’nin yeni tip kazanç ve politika ruhunun parodik olduğu kadar komik çizgileriyle buluşuruz. Her tür oportünizmin zirve yaptığı bu manzarada genç adam hiç de alttan almayan dili ve tavrıyla planları daha gerilimli hale getirir. Söylemek isterim ki, sözü bol ve söz esirgemez çenebazlığı daha ağır bir filmle karşılaşıyoruz. Fakat konuşma ilerledikçe çözülmeler artmakta bir bakıma toplumsal travma kadar delirme belirtileri de açığa çıkmaktadır. Sözü çoğaltarak suskunluğu artırma gibi bir yöntem kullanıyor yönetmen. Böylece geçmiş pek çok filminin aksine sözü uzattıkça şairden ziyada romancıya yaklaşır. Zaten başkarakter de roman yazmaya odaklanmıştır. İlk filmlerinde görüntüye bağlı şiire göz kırpan Ceylan bu kez daha çok romancıdır.
Ayrıca bir baba-oğul çatışması kadar çakışması peşindedir. Sosyal çevrenin bu kadar belirleyici olduğu yerde, ülkede, zamanda, birbirlerinin organik türevleri olan canlıların farklı olmaları da beklenemez. Baba borç batağında, at yarışı peşindedir ama oğul da gizlice babaanneden kalan eski kitabı satar, babasının çok sevdiği köpeğini paraya çevirir. İtibarını yitirmiş ve fakat her şartta rahatsız edecek ölçüde antipesimist baba, emekli olup hayvancılıkla uğraşacağı günlerin peşindedir. Kimsenin su çıkmaz dediği yerde kuyu kazma sevdasına kapılan bu adam görmüş geçirmiş bir kaybedendir aslında. Oğul, bu kısa zamanda hayata çarpa çarpa babaya yaklaşacak son hamlede kuyunun son kazmalarını vurmaya girişecektir. Baba-oğul meselesine çarpıcı bir gerçeklik boyutu katıyor Nuri Bilge Ceylan. Mitten değil, gerçekten mite gidiyor. Her biri sembolik göndermeler içerir ayrıca bu hamleler. Yer yer fantastik dil ve rüya araya girer ustalıkla. Kapının açık kalıp paranın çalınma sahnesi doğu anlatılarının imbiğinden süzülmüş gibidir.
***
Dinin ve dindarlığın sosyal-siyasal iktidar olduğu geniş çerçevede, bugüne kadar Türk Sinemasında görmediğimiz diyalogları da içeriyor Ahlat Ağacı. İki farklı meşrebi temsil eden imam (Hoca) tiplemesiyle taşralı bir entelektüel olan Sinan’ın elma ağacının dibinde başlayıp bir kahvehanede devam eden konuşmaları unutulacak cinsten değil.
Hiçbir karakteri yüceltmeden onları ait oldukları zamanın ve mekanın birer çarpıcı/çarpık, ezici ve ezik özneleri olarak ele alıp işleyen Ahlat Ağacı, aslında son derece politik olduğu kadar sosyolojik bir diyaloji. Hatta bir yönetmenin zamanla izleyicisinde biriken film dilinin dışına çıkmayı deneyecek kadar da arayışçı. Şüphesiz yer yer uzunluklar, bilindik devam tutarsızlıkları bile var. Ama bu artık yönetmenin bile isteye attığı adımlar. Bir başyapıt değil ama bir güzel ve iz bırakan ve izinden gidilecek başlangıç. Zevkin dönüşürken dönüşmesi.