Şiirin, birey ve toplumun estetik düzeyinin bir göstergesi olmaktan çıkarılıp toplumsal işleyişinin gündelik bir fonksiyonuna indirilişinin tarihi çok da yeni değildir. Modern dünyanın batıda kuruluş öyküsü ile bu kuruluşun sanat dallarına yayılması şiir dışındaki türlerde gözle görülür bir patlamaya işaret eder. Roman başta olmak üzere, alınıp satılır ve kitleye sunumlanabilir vasfı öne çıkarılanları bu bağlamda iyi gözlemek gerekir. Bu büyük ontolojik ayrışma yüzyılları da birbirinden iyice ayırır. Bizde ise son büyük krizini Şeyh Galip’te yaşayan ve yine onun şahsında hesaplaşmasını bulan estetik düzey, Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’e gelinceye değin büyük boşluklarla doludur. Cumhuriyet şiiri ise bu çizgiye bağlı olanlarla o yoldan çıkanların karakteristik çatışmasını imler. Asıl şiir gerçek karşılığını dilden kalkışından ve bu kalkışın yüksek sürüklenişinde bulduğu halde, estetik ve dil katmanının kenara itilmesiyledir ki, şiirdeki krizi, ona bakan zihniyette değil ona, yani şiirde arama kurnazlığı bugün de terk edilmiş sayılmaz.
***
Bu sebepten, 21 Mart Dünya Şiir Günü’nü kutlarken, gündelik ve popüler tavırların ötesinde yüksek bir zihniyet havzasına sahip olmak gerekir. Otuz küsur yıldır şair ve içeriden, yakın bir okur olarak gözümden kaçmayan şey, şiiri, insan varoluşunun ve dil estetiğinin temel ölçüsü sayanların her geçen zaman geri plana itilmeleriyle, şiiri, politik, sosyolojik ve popüler kültürün bir unsuruna dönüştürenlerin parlatılıyor olmasıdır. Trajik olan şudur ki, böylesi kişilerin türdeşlerinin sürekli yenilenmelerine karşın, dil ve estetik katmanda kalanların tekil özgünlüklerinin daha da kalıcı hale bürünmesidir.
21. Mart Dünya Şiir Günü’nde hatırlanması ve vurgulanması gereken temel mesele, şiirden uzaklaşan insan ve toplumu bekleyen büyük çıkmazın ne olabileceğidir. Özgürlükten kopuş ve kitlenin içinde yok oluş ilk akla gelen kavramlar olabilir. Çünkü şiir uzun erekte insan özgürlüğünün ontolojik karşılığıdır. Buna bağlı olarak da her türlü kitlesel güdüme karşı uyanık olma halidir. Ancak bireysel özgürlüğünü sonuna dek idrak eden ve bu özgürlüğü toplumdan gelecek basınçlara karşı savunabilen kişi şiirle hakiki bir irtibat halindedir.
Şairin ve şiirin başta politik güdülenme olarak her tür dolayımın yedeğinde durduğu bir ortamda, şairi ve şiiri yeniden düşünmek ve bu düşünüşü en yüksek felsefi bağlamda bir insan meselesine dönüştürmek şairin şuuruna kalmıştır. O şuurla birlikte ancak toplumsal şuur kolektif nitelik kazanabilir.
Dünya hep kötülükle de doluydu ve gelecekte kötülük daha da örgütlü hale bürünecek. Bunu kestirmek zor değil. Ancak en azından Dünya Şiir Günlerinde, şiir üzerine düşünürken, hatırda tutulması gereken temel değerlerin ne olduğunun vurgulanması gerekiyor.
***
Bütün toplumsal terk edilmişliğine ve tek tek şairler bazında bir yok oluş ve yok etme havası estirilmişliğine rağmen, şairin sorumluluğu kendi katındaki hizasını korumak ve çağın binbir kılığa bürünerek önüne serdiği iğvaya kapılmamaktır.
Türkiye’de şiirin hala evrensel ölçek vasfını koruyor olması ve Türkiye iç kanonu tarafından özellikle görmezden gelinmesi şairler nazarında anlamlıdır. Şiirin söz alması, gündelik dilin söz almasına benzemediği gibi şairin tutumuyla tüccarın tavrı da bir değildir.
Türkiye’nin bir ölüm değil ‘şiirülke’ vasfını sürdürebilmesi, önceki şairlerin bizlere miras bıraktıkları ahlakta saklıdır. Ölüm, bir toplumun kendi dilinde yarattığı yüksek şiiri hatırdan çıkardığında eşiğine yaklaşır. Büyük insansızlık demektir bu.