Bir yıl öncesine kadar ekonomideki en önemli sorun ne diye sorsam çok büyük bir çoğunluğumuz sanırım işsizlik derdik. Düşünsenize 2001 krizinden bu yana genellikle yüzde 10 ve üzerinde kalmış bir işsizlik oranı ile yaşadık. Nitekim araştırma yaptığı araştırmalarda da en çok işsizlik öne çıkıyordu.
Pandemi süreci yaşandı. Pandeminin hafiflemesi ile hayat pahalılığı meselesi gündeme oturdu. Yani enflasyon. İşsizlik arka planda yine temel sorun olarak duruyordu ama TL›de süreklileşen değer kayıplarıyla beraber enflasyon da dişini göstermeye başladı. Kamuyou araştırmalarında da en önemli ekonomik problem sorusunda işsizlik ikinci sıraya, enflasyon birinci sıraya oturdu.
Son üç ay ise çok daha başka bir hale büründük. Artık gözümüzü günlük döviz kurlarından alamaz olduk. Yaz döneminde 8’li seviyelerde olan Dolar/TL, bir ara 18’in üzerine de çıktı. Hükümet kulaklarını tıkamaya devam etseydi çok daha yukarıları görmemiz de an meselesi idi. Gerçi doğru bir çözüm üretildiğini düşünmüyorum ama yine de tamamen inkar politikasından vazgeçilmiş olması dahi önemli.
Ama asıl mesele başka.
Gördüğünüz gibi birçok alanda olduğu gibi problemler bu süreçte derinleşti. Derinleştikçe uzun vadeli çözümler üretilmesi gereken sorunlardan gündelik sorunlara dönmek zorunda kaldık. Döviz kurlarındaki gündelik dalgalanmalar, bu dalgalanmaların sonucunda ortaya çıkan enflasyonist ortam, o enflasyonist ortamın yarattığı istikrarsızlık ve artan işsizlik ile yoksulluk.
Türkiye Ekonomi Modeli’nin neden çalışmayacağının açıklaması da işte tam bu cümlede. Bu model ile hükümet neredeyse gündelik hale gelmiş kısa vadeli sorunlarımızı yok saydı ve orta vadeli sorunların devasa boyutlara ulaşmasına neden oldu. Bize bu sorunları çözmeden uzun vadeli sorunların çözülebileceğini anlatmaya çalıştılar.
Nitekim kısa vadeli sorunlar dayanılmaz bir hal alınca bundan vazgeçmek zorunda kaldılar. Önce kısa vadeli sorunlara odaklanmaları gerektiğini kendileri anlamasalar da ekonominin doğal akışı onlara gösterdi.
Mecburen o kısa vadeli soruna odaklanmak durumunda kaldılar. O sorunun çözümü ancak orta vadeli sorun (enflasyon) ve ardından da uzun vadeli sorunun (işsizlik/yoksulluk) çözümü için yol açabilecek durumda.
Bunu yapabilecekler mi?
Keşke ama pek sanmıyorum.
Neden sanmıyorum?
Çünkü daha hala üretilen çözümün kalıcı bir sonuç vereceğine emin olamıyorum. Bir kere her şeyden önce bu sistemin güvenden ziyade korkuya dayalı olması soru işareti yaratıyor. Dün Hazine ve Maliye Bakanı’nın açıklaması da bu düşüncemi kuvvetlendirdi. Küçük tasarruf sahiplerinin buradan büyük zarar ettiğini bile bile bu yöntemi denemiş olmaları, bir anlamda “Bakın bir daha buna kalkışırsanız çok zarar ettiririz” demek gibi geliyor bana.
Bu açıdan korkuya dayanan bu sistem halihazırda tasarruflarını dövize yönlendirenlerin TL’ye dönüşlerini oldukça zor hale getiriyor. Etkisi ise birikimini TL’de tutan ancak dövize dönmeyi düşünenlerde daha fazla olacak gibi görünüyor. Böyle bakınca da orta ve uzun vadeli sorunlara neden olan dövizdeki dalgalanmaları ortadan kaldıracak kalıcı bir çözüm ürettiğimize ikna olamıyorum.
Elbette kurdaki düşüş olumlu. Fiyatlar üzerindeki maliyet baskısı hafifleyebilir. Fakat uygulanan bu yöntemin iki özelliği enflasyon meselesinde yine risk yaratıyor. Birincisi kur farklarının para basılarak ödenmesi, ikincisi ise enflasyonun yüzde 30’larda olduğu bir ortamda tasarrufların reel olarak erimesine yol açması. Tasarrufların enflasyonun altında getiri elde ettiği bir ortamda tüketicinin tasarruf etmekten vazgeçmesi oldukça muhtemel. Bu da mal ve hizmet talebinin dolayısıyla da fiyatların artması yönünde bir riski de beraberinde getirebilir.
Özellikle TL’nin de döviz karşısındaki değerinin beklenenin çok üzerinde artması bu talebin çok daha hızlı artmasına neden olabilir.
Bunu da göz ardı etmemek gerekiyor.
Diyeceksiniz ki ya işsizlik, ya yoksulluk?
Maalesef hala gündelik sorunlardayız, daha oralara gelmek için uzun bir yol var önümüzde...