Tuhaflıklar ülkesi haline geldik.
Merkez Bankası, Perşembe günü kendisine verilen talimatı uyguladı. Faizi yüzde 19’dan yüzde 18’e çekti.
Haberin ardından ay başında 8,28’lere kadar gerileyen Dolar/TL 8,90’a doğru yol aldı. Yaz tatilinin bittiği, sonbahara girdiğimiz Eylül ayında TL 60 kuruş birden değer kaybetti. Bir önceki yazımda da yazdım, bundan sonrasının ne olacağını ancak falcılar bilir.
Görünen o ki Merkez Bankası faiz indirmeye devam edecek. Nereye kadar indireceği ise ekonomi biliminin değil astrolog ve falcıların araştırma konusu artık.
TL’deki değer kaybının önümüzdeki dönemde fiyatlara yansıyacağını artık kundaktaki bebek bile bilir oldu. Tekrar etmeye gerek yok.
Bu arada bir İhracatçı Birliği Başkanı da Cumhuriyet Gazetesi'ne bir açıklamada bulunuyor.
Açıklama şöyle:
“Kurların hipertansiyon gibi fırlamasını kimse istemez. Sonuçta vücudun kimyası bozuluyor. Dolar kurunun olması gereken nokta 9 lira. Bu seviye bir yerde ihracat ve üretimi daha da destekler. Yılbaşı geliyor. Rekabet etmem, çalışanlara yüzde 20-25 zam vermem için kur 9 TL olmalı. Kur 8,75’e inerse ayakta kalma şansım yok.”
Neresinden tutsam bilemedim.
Sayın Başkan diyor ki 8,75’e inerse ayakta kalma şansım yok. Oysa kur daha yeni 8,75 seviyesini geçti. Bütün bir yaz boyunca bir beş dakika sadece 8,80’de kaldı. Onun dışında zaten 8,40 civarında bir ortalaması var.
Bu arada nasıl ayakta kaldı ihracatçılar acaba?
Ya da çok geri gitmeye gerek yok. Sadece altı-yedi ay önce Ağbal yönetimindek TCMB’nin hamleleri ile Dolar/TL 6,90’lara kadar gerilemişti.
Doğrusu sekiz aydır ayakta nasıl kalmışlar çok merak ettim. Gerçi o sıralar da Dolar 7,5 TL’nin altında kalırsa batarız diyorlardı. İhracatçı gördüğünüz gibi hiç doymuyor. Hep daha fazla, hep daha fazla istiyor.
Verelim elbette. Daha çok verelim.
Ama hep bana hep bana bir yere kadar.
Adına “rekabetçi” dedikleri bu kur seviyesi enflasyona yansıdığında “yaşanamaz” bir kura dönüşüyor.
Gelirler sabitken hayat daha pahalı hale geliyor. Alım gücü sürekli düşüyor.
Ancak ihracatçının geliri dövizle. Dolayısıyla onlar için sıkıntı yok.
TL değer kaybettikçe hem kurdan kazanıyorlar hem de sabit TL cinsinden ücretlerden ötürü daha düşük maliyetle mal üretebiliyorlar.
Bir ihracatçı düşünün.
Bundan yedi ay önce 1000 Dolara sattığı bir mal karşılığı 7.000 TL gelir elde ediyordu. Asgari ücretli bir işçiye ödediği ücret ise o gün 2.825 TL idi.
Aradan yedi ay geçti.
1000 Dolar yerine rekabetçi olmak için diyelim ki 900 Dolara malını satmaya başladı. Alıcı için 100 Dolarlık bir indirim demek bu. Gayet cazip. Bizim ihracatçının geliri ise TL cinsinden TL›nin değer kaybından ötürü 8.000 TL’ye yükselmiş oldu. Asgari ücretli ise hala 2.825 TL almaya devam ediyor.
Diyeceksiniz ki ihracatçının üretimdeki tüm maliyetleri TL değil ki. İthal girdi kullanıyor.
İşte ben de tam onu diyorum. Gelirleri döviz, giderleri dövizken fiyatı rekabetçi hale getiren indirimi ihracatçı nereden fedakarlık ederek yapabiliyor?
Yani rekabetçi olan kur mu? Tabii ki değil!
Gördüğünüz gibi rekabetçiliği sağlayan TL’nin değer kaybı değil, TL değer kaybederken TL cinsinden giderlerin sabit kalması.
Alın size bir servet transferi, gelir adaletini bozan bir durum daha!
Merkez Bankası faizi indiriyor. Kur sıçrıyor.
TL ile kazanan işçinin sabit ücretinin döviz cinsinden değeri düşüyor. Enflasyon arttıkça satın alma gücü düşüyor. İşçi yoksullaşıyor.
Sonuçta TL değer kaybettikçe, işçi alım gücünü kaybettikçe ortaya iki kazanan çıkıyor.
Birincisi dışarıya mal satan ihracatçı.
İkincisi bu malı satın alan yabancı.
Ama sloganımız yerli ve milli!
Ama yaşananlar gayet yersiz ve gayri milli!