Mülteci meselesi

Oğuz Demir

Son günlerde en çok konuştuğumuz konulardan biri de başta Suriyeliler olmak üzere mülteciler.
Savaş öncesinde 20 milyon insanın yaşadığı Suriye’den ayrılan ve Türkiye’ye yerleşen mültecilerin sayısı resmi verilere göre 4 milyon civarında. Türkiye’deki Suriyelilerin yarısı Suriye sınırına yakın illerde yaşıyor ve başta İstanbul olmak üzere ülkenin hemen hemen her bölgesinde yerleşik hayata geçmiş durumdalar.

Suriye’de yaşanan savaş sakinlese de birçok psikolojik ve siyasi nedenle dünyanın farklı bölgelerine göçmüş mültecilerin ülkelerine geri dönmeyi düşünmeyeceği öngörülüyor. Suriyelilerin bulundukları ülkelere uyum sağlayabilmeleri için kapsamlı planlar yapılması, şu aşamada ev sahibi ülkeler tarafından üzerinde düşünülmesi gereken unsurların başında geliyor. Daha önceleri Gaziantep, Adıyaman ve Kilis’e yaptığım seyahatlerde, bölgede on yıldır yaşayan Suriyeliler ile yerel halk arasında uyumsuzlukların ve sorunların arttığına ilişkin gözlemlerim de oldu.

Bu seyahatler esnasında kamu kurumlarıyla yaptığım görüşmelerde ise zaten mültecilere ev sahipliği yapma konusunda Suriye öncesinde çok fazla deneyimi olmayan Türkiye’nin hala bu büyüklükte bir göçle baş edebilmek, orta ve uzun vadede yaşanan göçün yaratabileceği sorunların üstesinden gelmek konusunda maalesef yetersiz kaldığını da ifade etmeliyim. Mesele AB’den gelen fon ve bu fonu kullanan kurumların başarısına kalmış gibi görünüyor.

Çözüm yaklaşımında ise bakış açısı değişimi gerekiyor.

İlk göç hareketinden bu yana on yıl geride kaldı. Son dönemde Türkiye’deki Suriyelilerin ülkelerine geri dönmesinin artık neredeyse olanaksız hale geldiği görülüyor. Bu noktada başta ekonomik ve sosyal uyum olmak üzere ülkedeki Suriyeli mültecilerin, ekonomik ve sosyal açıdan bulundukları bölgelere adaptasyonuna ilişkin stratejik bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Ancak bu süre içerisinde kendi istihdam ve sosyal sorunlarını çözememiş bir Türkiye var!

Bunun üzerine bir de mülteci sorunun çözümüne ilişkin olarak deneyim eksikliğimiz ilgili kurumları mevcut bilgi ve deneyimle hareket etmeye itiyor. Bir başka deyişle Türkiye’de kurumların ülkemizin kendi gelişmişlik sorunlarının çözümüne yönelik geliştirdiği bir başarısız “zihin seti” oluşmuş durumda ve maalesef aynı zihin setiyle Suriyelilerin uyum sorunlarının da çözüleceğine dair bir kanaat ile hareket ediliyor.

Basit bir örnekle durumu izah edeyim: Türkiye’de istihdamla ilgili son 10 yıllık süreçte mesleki bilgi ve beceri geliştirmeye odaklanıp, bu sorunun çözümünde ana yaklaşımı buradan hareketle oluşturdu Türkiye. Bu stratejinin kendi yurttaşlarımız üzerinde dahi başarılı olmadığı bir ortamda aynı çözümleri şimdi Suriyelilerin ekonomik entegrasyonu için kullanıyoruz.

Ve elbette ki bu süreç işsizliğin kendi vatandaşlarımızın için çözülemeyen bir sorun olduğu bir ortamda Suriyeliler için de sonuç vermiyor.

Bu noktada her bir süreci çok boyutlu olarak ele alabilecek stratejik yaklaşımların geliştirilebilmesi, ciddi bir bakış açısı ve uzmanlık gerekiyor. Ülkemizin içerisinde uzun yıllardır kalıcı bir çözüm üretemediğimiz ekonomik ve sosyal sorunlarımızın çözümlerine ilişkin uygulamaların Suriyeli mültecilerin uyumunda etkin sonuç verme ihtimali de neredeyse yok. Hatta ve hatta uyum sürecini daha da zorlaştıracağını bile söylemek mümkün.

Bu noktada hızla bu tip stratejik yaklaşımları ve eylem planlarını geliştirecek, çok disiplinli çalışmaya yatkın ve uluslararası deneyimler üzerine eğitim almış uzmanları yetiştirmek için uygun koşulları yaratmak zorundayız.

TOPTANCI BAKIŞI VE ALGIYI DEĞİŞTİRMEK ZORUNDAYIZ

Sorunun hala “Suriyeliler” olarak ele alınması ise bir hayli sıkıntılı bir bakış açısı yaratıyor. Bu şekilde bir toptancı yaklaşım, sorunların daha derin analiz edilmesinin önüne geçiyor ve çözüm üretmeyi güçleştiriyor.

Suriye’den Türkiye’ye gelen mültecilerin büyük çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşurken, mülteciler arasında yaşlılar, engelliler gibi bütün Suriyelilerin karşı karşıya kaldığı sorunların dışında problemlere sahip olan dezavantajlı gruplar da bulunuyor. Başta da ifade ettiğim gibi halihazırda ülkemizin içerisinde dahi engellilerin, kadınların karşı karşıya kaldığı toplumsal sorunlara çözüm üretmekte zorlandığımız bir noktada, savaş psikolojisinden çıkmış, ciddi travmalar yaşayan ve ülkesinden uzakta hayatını geçmişe göre oldukça zor şartlarda geçirmeye çalışan dezavantajlı Suriyelilerin sorunlarına başka bir bakış açısı ile yaklaşmak zorundayız. Maalesef elimizde bu noktada kadın ve çocukların profili dışında çok fazla veri bulunmuyor.

YAPILACAK ÇOK İŞ VAR

Türkiye başta demokratikleşme, adalet, ekonomik ve sosyal kalkınma olmak üzere kendi ana gelişmişlik sorunlarını çözme noktasında uzun zamandır bir gerileme süreci içerisinde. Bu sorunların çözüme kavuşmadığı bir yerde göç ve mülteciler sorununu çözebilmek ise çok daha zor. Yaşadığımız süreç maalesef artık toplumsal gerginliklerin yükseldiği ve daha da yükseleceği bir döneme işaret ediyor. Böylesi bir dönemde, alışık olmadığımız bir sorunla yüzleşmek için yine alışık olmadığımız çözümler bulmak, Türkiye toplumunu da bu çözümlere ikna ederek yol almak zorundayız. Aksi ise hepimizi hiç istemediğimiz devasa bir toplumsal gerginlikle karşı karşıya getirecek gibi görünüyor.

Bunu söylemek için erken ancak Türkiye’nin önümüzdeki 10 yıllık süreçte çözümüne odaklanması gereken en önemli sorunların başında Türkiye’de yaşayan 4 milyon Suriyelinin akıbetinin ne olacağı geliyor.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (27)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.