Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir derler atalarımız. Bu ay açıklanan enflasyon oranları da bu sözü bir kez daha doğruladı. TCMB de Mart ayından bu yana para politikası kurulu toplantılarında faizi değiştirmeme kararı alsa da geçtiğimiz hafta açıklanan enflasyon raporunda enflasyonda artışın devam edeceğini kabul etti. Bu bakışla da yıl sonu tahminini iki puan yukarı revize etti.
Yani işin aslı TCMB de karşı karşıya olunan zorluğun farkında ancak gerekli politikaları uygulama konusunda eli kolu bağlı bir şekilde bekliyor. Bu da enflasyonun daha fazla artışına neden olabilecek risklere karşı hepimizi korumasız bırakıyor.
Bu risklerin başında maliyet artışları geliyor. Özellikle üretici fiyatlarındaki artışın devam etmesi tüketici enflasyonunun daha da fazla artması için temel baskı unsuru olarak görünüyor. Yüzde 45’e ulaşan ÜFE maalesef iyi haberler vermiyor.
Yine önümüzdeki süreçte petrol fiyatlarında daha fazla artış olma ihtimali ve dolayısıyla enerji maliyetlerindeki artış riski bir diğer olumsuzluk. Kurdaki sakinleme bir miktar lehimize olsa da kur hala geçtiğimiz yılki seviyelerden yüzde 20 daha yüksek.
Bütün bunların dışında bir diğer önemli risk unsuru ise küresel enflasyondaki artış beklentileri. ABD’de tüketici enflasyonu %5 civarında devam ediyor. Euro Bölgesi’nde üretici fiyatları tarihteki en yüksek seviyesi olan %10,2’ye ulaşmış durumda. Hal böyle olunca AB ve ABD’de para politikasında yaşanacak bir değişim, kur tarafında birkaç haftadır lehimize devam eden süreci yıl sonuna doğru tersine çevirebilir.
TCMB’nin bu yaz büyük umutlar beslediği gıda enflasyonu da son 15 yıllık süreçteki aylık bazda en yüksek ikinci seviyesine ulaşmış durumda. 15 Temmuz 2016’da yaşanan hain darbe girişiminin olduğu dönemdeki olağanüstü şartlar nedeniyle en yüksek temmuz aylık gıda enflasyonu yüzde 3,15 gerçekleşmişti. O ayı dışarda bırakırsak son 15 yıllık süreçte ortalama eksi 0,3 olan yani düşen gıda fiyatları bu yıl temmuz ayında yüzde 2,77’lik artış gösterdi. Anlaşılan o ki sonbahara girişimizle birlikte gıda enflasyonu bir miktar daha enflasyonu yukarı çekmeye devam edecek.
Gıda enflasyonu deyip geçmeyelim. Genel enflasyonun hesaplamasında ağırlığı yüzde 26 civarında olsa da biliyoruz ki Türkiye’de milyonlarca insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Gelir düzeyi düştükçe hanehalkının bütçesinden gıdaya ayırdığı pay da artıyor. Dolayısıyla TÜİK’in yüzde 26 ağırlıkla hesapladığı gıda enflasyonunun payı, daha yoksul kesimler için yüzde 40’lara doğru gidiyor. Yani milyonlarca vatandaşın hissettiği enflasyon TÜİK’in hesapladığının üzerine çıkıyor.
Gerçekten bu yazıyı yüzde 19’a ulaşan yıllık enflasyonun zirve olduğunu ve bundan sonra gevşeyeceğini söyleyerek bitirmeyi çok isterdim. Ancak elimizdeki tüm veriler ve gelişmeler, Türkiye’de enflasyonun önümüzdeki aylarda da yukarı yönlü risklerle artış sürecine devam edeceğini gösteriyor.
Buna karşılık TCMB’nin sekiz gün sonra yapacağı Para Politikası Kurulu toplantısında yine ölü taklidi yapması oldukça muhtemel.
Buradan tek çıkış kısa vadede sert bir faiz artışı.
TCMB’nin de eninde sonunda atmak zorunda kalacağı adım bu. Bu tip adımların geç atılmasının bedelinin ne kadar ağır olduğunu geçmişte defalarca gördük. 2018 yılında 25-50 baz puan faiz arttırmamak için direnen Çetinkaya yönetimindeki TCMB, gecikmenin bedelini aynı yılın Eylül ayına gelindiğinde 625 puan faiz arttırarak ödetmişti.
2020 yılında daha düşük faiz artışları ile durumu kurtarmak yerine görmezden gelen Murat Uysal yönetimindeki TCMB’nin bize ödettiği bedel de Ağbal’ın göreve gelmesinin ardından geçen dört ayda 875 baz puan faiz artışı olmuştu.
Yani TCMB sorunları çözmeyi ne kadar ertelerse, ödediğimiz bedel de o kadar büyüyor.
Tarih ise bildiğiniz üzere tekrarlardan ibaret.
Ve mevcut Başkan Kavcıoğlu ya da bu gidişle bir sonraki TCMB Başkanımız bu adımları çok yakın bir zamanda mecburen atmak zorunda kalacak.
Biz de hep birlikte geç müdahalenin bedelini daha yüksek bir faiz ile ödemek durumunda kalacağız.
Bir daha not edelim!
Maalesef enflasyonda bizi zor bir sonbahar bekliyor.