İnsan hafızası zaten unutmaya oldukça meyilli iken kötü anıları sanırım çok daha çabuk unutuyor.
Daha çok değil bundan iki yıl önce neredeyse evimize aldığımız her şeyi dezenfekte ederek kapıdan içeri sokuyorken şimdi iki kişi binmesi gereken asansörlere altı kişi biniyoruz.
Daha çok değil bir yıl önce resmi tatilleri evde geçirirken şimdi hınca hınç tatil bölgelerine akıyoruz.
Altı ay önce sokağa çıkamıyorken şimdi tam kapasite tribünlerde maç izliyoruz. İş o kadar çığırından çıktı ki bir Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi en azından tezahürat yapılırken maske takılmasını öneriyor.
Haklı tabii, Türkiye Futbol Federasyonu kararıyla 9 Kasım itibariyle statlar tam kapasite seyirci alabilecek.
Bu süreçte aşının faydasını gördüğümüz bir gerçek. Bu gevşemeye rağmen günlük yeni vaka sayılarının sabit bir yerde kalması aşı sayesinde.
Ancak risk hala orada duruyor.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) de zaten bu gelişmeler üzerine bir açıklama yaptı. Kurumun Avrupa Direktörü Hans Kluge, Avrupa’nın “yeniden pandeminin merkez üssü haline geldiğini” söyledi. Yalnızca geçen hafta Avrupa’da 1,8 milyon yeni enfeksiyon ve yaklaşık 24 bin ölüm kaydedilmiş durumda. Verilere bakıldığında Avrupa genelinde yeni vaka sayısı son dört haftada yüzde 55 artmış durumda.
Her ne kadar biz her şey normalmiş gibi davransak da kenarda sessizce ve sinsice bekleyen bir virüs olduğunu aklımızda tutmalıyız.
Elbette ki önce sağlığımız açısından ama bir o kadar da ekonomimiz açısından.
Tekrar aynı şiddette yaşanacak bir salgın krizini Türkiye ekonomisinin kaldıracak gücü yok. İşsizliğin hala oldukça yüksek olduğu, yeni iş yaratma becerimizin değeri düşük TL sayesinde artan ihracata bağlı olduğu, gelirlerin eridiği bir dönemi yaşıyoruz.
Kapanmaların yeniden başlaması ve özellikle ana pazarımız Avrupa’da tüketici güveninin yeniden kırılması şu aşamada hükümetin ekonomide tek tutunduğu dal olan ihracatın da sert bir şekilde daralması anlamına gelebilir. O zaman 1 Euro’yu 100 TL yapsak bile, dünyanın en rekabetçi kur seviyesine ulaşsak bile malı alacak birilerini bulmak mümkün olmayabilir.
Evet felaket tellallığına gerek yok. Ama risk bir hayli düşmüş gibi görünse de her an virüs yeniden hortlayabilir.
Bu senaryo için bizim bir önlemimiz var mıdır?
Sanmıyorum!
Kendi krizlerimizden çıkış için bile bir senaryomuz yokken dünyaya bakacak halimiz maalesef kalmadı.
***
Kendi krizlerimiz demişken bir konuya daha değinmekte yarar var. Son dönemde TL’nin değer kaybında Merkez Bankası’nın yanlış politikaları ve Türkiye’nin ekonomik ve siyasi risklerindeki artış belirleyici. Ancak bir nokta daha var ki bizi oldukça zor bir duruma sokuyor.
O da ABD Merkez Bankası’nın (FED) işaret fişeğini daha önce yaktığı ve bu Çarşamba günü de duyurduğu politika değişikliği. İlk etapta yumuşak bir geçiş mesajı verilse de gidişat bizim gibi ülkelerin aleyhine.
Bu değişiklik pandemi dönemi ile birlikte her ay 120 milyar Dolar tahvil alımı yapan ve piyasaya bu büyüklükte para veren FED’in, bu ay itibariyle bu alım miktarını 15 milyar dolar düşürmesi.
Kademeli olarak daha da düşecek ve beklenti o ki 2022 ortasında tamamen sonlanacak. O döneme kadar ABD enflasyonunda yaşanacak gelişmelere bağlı olarak da bu süreç hızlanarak bir parasal sıkılaşmaya yani faiz arttırım sürecine de dönüşebilir.
Şimdiden kendini bu sürece hazırlayan birçok ülke var.
Mesela Polonya. 3 Kasım’da yapılan toplantı sonucunda politika faizi, 75 baz puan arttırıldı. Benzer şekilde Çekya Merkez Bankası politika faizini 125 baz puan arttırdı. Rusya Merkez Bankası da politika faizini bir kez daha artırarak yüzde 6,75’ten yüzde 7,50’ye yükseltti.
Daha fazlasını da saymak mümkün.
Tüm gelişmekte olan ülkeler için finansal bir sıkışıklık dönemine işaret eden bu değişime gördüğünüz üzere birçok ülke hazırlık yapmaya başladı bile.
Türkiye de kendi kendine kriz yaratmakta mahir bir ülke olarak muhtemelen bu süreçte en fazla sıkıntı yaşayacak ülkelerden biri olacak. Yani anlayacağınız hem pandemi riski hem de FED’in politika değişikliği önümüzdeki dönemde içeride yaşadığımız sorunların üzerine tuz-biber olma potansiyeli taşıyor.
Böyle bir dönemde yapılması gereken ise en azından dışarıdaki yangın sönene kadar içerde yangın çıkarmamak olmalıydı.
Biz ise tam tersini yapıyoruz.
Ne demiş atalarımız?
Eller gider Mersin’e biz gideriz tersine.