Cumartesi bu köşede Türkiye ekonomisi için sonbahar – kış döneminde ortaya çıkabilecek ciddi bir kriz riskini yazmıştım. İç talep ve dış talepte işaretlerini verilerde gördüğümüz yavaşlama ve süregelen enflasyonist ortam Türkiye’yi içinden çıkılması yıllar alacak bir krize götürebilir diye eklemiştim.
Bu hepimiz açısından ortaya çıkabilecek olumsuz bir senaryo ve çok ciddi bir hazırlık yapılması gerekiyor. Öte yandan bir de 2023’ün ilkbaharına doğru karşılaşabileceğimiz bir fırsat senaryosundan bahsetmiştim. Bu fırsat senaryosunu ve bu fırsatı değerlendirmemiz için yapmamız gereken hususları da bu yazıda ele alacağım.
Biliyorsunuz ki bir süredir ABD başta olmak üzere bütün dünyada faizler artmaya başladı. Bu faiz artış süreci enflasyonla bu ülkelerin etkin bir şekilde mücadele etmesine odaklı olarak yapılıyor. ABD Merkez Bankası (FED) son toplantısında ve sonrasında bu konuda oldukça net olduğunu ifade ediyor. Faiz artırım süreci ABD enflasyonundaki gelişmelere paralel olarak daha da sert şekilde devam edebilir.
Ancak her ihtimalde bu faiz artırım sürecinin ABD ve diğer gelişmiş ülkelerde ekonomilerde ciddi bir durgunluk riski yaratacağı da konuşuluyor.
İşte bizim için fırsat olabilecek senaryo da bu noktada devreye giriyor.
Yüksek faiz artışlarıyla 2023 başı itibariyle görülebilecek bir durgunluk, bu merkez bankalarını bir bekleme sürecine hatta faiz indirim sürecine mecbur bırakabilir. Buna benzer bir dönemi “şartlar aynı olmasa da” 2019 yılında gördük. ABD Merkez Bankası 2018 yılı Kasım ayına gelindiğinde faiz oranını %2,5 seviyesine çıkarmıştı.
Ancak finansal piyasalarda yaşanan dalgalanma, enflasyonun hedeflenen yüzde 2 seviyesine çıkmaması ve ABD ekonomisinde işlerin beklendiği gibi gitmemesi üzerine 2019 yılı başı itibariyle faiz oranlarını indirmeye başladı. Hatta hatırlarsınız bu kararlar sonrasında FED’i ABD Başkanı Trump’ın faiz yüksek eleştirilerine boyun eğmekle suçlayanlar da olmuştu.
Uzun uzun hikayeyi anlatmaya gerek yok.
Biz de o dönem 2018 yılında Brunson krizi ile zirveye çıkan ekonomik sorunlarımızın bir nebze de olsa hafiflediğini görmüştük. 2018 Eylül’ünde TCMB’nin yaptığı faiz artışı, hükümetin görece daha makul politikalara döneceğine ilişkin açıklamalar derken döviz kurları sakinlemiş, takip eden dönemde de yüzde 25 seviyesine çıkan enflasyon düşüşe geçmişti. Bu dönemde küresel ölçekte ABD’nin de faiz indirimlerine gitmesi elimizi kolaylaştıran önemli bir koz olmuştu.
Şimdi benzer bir dönemi 2023’te de yaşama ihtimalimiz var.
Yani hızlı faiz artışları ile birlikte ABD’de ve gelişmiş ülkelerde yaşanabilecek bir durgunluk ile FED faiz artışı sürecinden önümüzdeki yıl geri adım atabilir.
Böyle bir senaryonun gerçekleşmesi birikmiş ekonomik sorunları olan Türkiye ekonomisi ve diğer gelişmekte olan ülke ekonomileri için küresel şartların bugüne göre çok daha olumlu hale gelmesi demek.
Böyle bir senaryo doların yönünün yeniden gelişmekte olan ülkelere dönmesi demek. Döviz ihtiyacı olan gelişmekte olan ülkelerin zaman kazanması demek!
Peki böyle bir fırsatın ortaya çıkması halinde, Türkiye mevcut ekonomi politikaları ile bu fırsatı değerlendirebilir mi?
Maalesef ki bu şartlarda hayır.
Neredeyse her yeni kararıyla kambiyo kontrolünün tartışılmasına sebep olan yönetime sahip bir ekonomi, oluşabilecek böylesi uygun bir ortamdan pay alamaz.
Dediğim gibi ekonomide önce aleyhimize sonrasında ise lehimize gelişebilecek oldukça olası senaryolar gündemde.
İlk yazıda da söylediğim gibi bütün bunlar olasılıklar.
Hangileri ne kadar gerçekleşir göreceğiz elbette. Ama bilinen bir şey var ki bu şartlarda Türkiye kötü senaryoda en olumsuz etkilenen olurken, bu politika ve ekonomi yönetimi ile devam ederse maalesef iyi senaryoda da ihtiyacımız olan zamanı ve nefesi kazanabilecek durumda değil.
Bir an evvel unuttuğumuz normale geri dönmemiz şart.
Ancak o zaman işleri yoluna sokabiliriz.
Aksi halde kaçırdığımız trenlere bir yenisi daha, çok daha zor şartların içinde olduğumuz bir dönemde eklenmiş olacak.