Yıl içerisinde ekonomideki gidişatı birçok gösterge ile takip ederiz. Kısa vadede döviz kurlarına bakarız, enflasyon, işsizlik gibi genel durumu gösteren verilere bakarız. Anlayacağınız durumu anlamak için bir gözümüzle gelişmeleri takip eder, diğer gözümüzle de sürekli verilere bakarız.
Bu onlarca veri içerisinde bir tanesi var ki aslında benim açımdan en önemlisi. TÜİK’in yılda bir kez yayınladığı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması.
Neden bu kadar önemli derseniz şöyle özetlemem mümkün. Bu araştırmanın sonuçları vatandaşın ekonomisinin bize röntgenini çekiyor da ondan. Yani ülkede ekonomi ile ilgili uygulanan politikaların, atılan adımların ve diğer verilerin vatandaşa nasıl yansıdığını bu çalışmayla anlamamız mümkün.
Yayınlanan verilere baktığımızda ise tablo maalesef bir önceki yıla göre daha olumsuz.
Verilere baktığımda üç sonuç ortaya çıkıyor.
Birinci sonuç yoksulluğun yayılıyor olması. 2019 yılı araştırmasında Türkiye’de yoksul sayısı 17,2 milyon idi. 2020 araştırmasında yoksul sayısı 17,9 milyona çıkmış. Pandeminin ve beraberinde gelen ekonomik krizin etkilerinin henüz yansımadığı bir araştırmanın sonucunda dahi 700 bin kişi yoksul hale gelmiş. 2020 yılında 6 milyona yakın yurttaşımızın işini ya da pandemi uygulamaları (kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin) nedeniyle gelir kaybettiğini de düşünürseniz yoksulluğun bulaşıcı bir hastalık gibi yayıldığını görmek mümkün.
İkinci sonuç ise yoksulluğun derinleşmesi. İşin kötü tarafı her açıdan derinleşiyor. Yayınlanan verilere göre 2015 yılında 22 kat olan en zengin %5 ve en fakir %5’in ortalama gelirleri oranı, 30 katına çıkmış. Aradaki fark her yıl daha da açılıyor. Bir önceki yıla kıyasla en yoksul kesimin medyan geliri bir yılda sadece %4,8 artarken, en varlıklı kesimin gelir artışındaki oran %23,47 olmuş. %20’den fazla yıllık gelir artışına sahip tek grup da bu kesim.
Yoksulluğun derinleştiğinin bir diğer göstergesi de bir önceki yıldan bu yana artan 700 bin yoksulun içerisindeki yükseköğretim mezunlarının sayısı. Bir yılda 120 bin yüksek öğretim mezunu yoksullaşmış. Geçmişte üniversite eğitimi ile yoksulluktan kurtulmak önemli bir yoldu. Eğitim, toplumdaki sınıflar arasındaki geçişi mümkün kılıyordu.
Ancak görünen o ki her geçen yıl cumhuriyetin bu önemli kazanımını da yitiriyoruz.
Son tespit ise yoksulluğun kalıcı hale gelmesi. Yine veriler üzerinden baktığımızda sürekli yoksulluk oranı, medyan gelirin %60’ına göre son yılda ve aynı zamanda önceki üç yıldan en az ikisinde de yoksul olan fertlerin oranı da artıyor. Yani yoksulluk kalıcı hale geliyor. Son veriler ışığında 11,2 milyon insanımızın sürekli yoksullukla karşı karşıya olduğu görülüyor.
Velhasıl yoksulluk ve yoksunluk bir kadere dönüşüyor.
Daha uzun uzun verilerin detayları ile bu üç sonuca ilişkin örnekler vermek mümkün. Görünen o ki Türkiye’de pandemi ve ekonomik krizlerin de etkisiyle artan yoksulluk tek gündemimiz olmak zorunda.
Belki hatırlarsınız. Birkaç hafta önce son açıklanan veriden bu yana pandemiyle birlikte 5 milyon yeni yoksul yarattığını kabaca bu köşede hesaplamıştık. 700 binlik artışı daha pandemi öncesinde görmüş olduk. Pandemi ve o dönemde yaşadığımız ekonomik travmayı da dikkate aldığımızda maalesef 5 milyon sayısı çok daha gerçekçi hale geldi.
Her geçen gün yayılan, derinleşen ve kalıcılaşan yoksullukla mücadele etmek için de devletin acilen adım atması gerekiyor. İstihdamın arttırılmasına yönelik önlemler, vergi politikalarının bu bakış açısı ile yeniden düzenlenmesi ve sosyal yardımların miktar ve etkinliğinin arttırılması öncelikli olarak şart!
Devletin elindeki kaynakları artık bir gün daha ya da bir kuruş daha bu amacın dışında kullanmaması ise bir başka şart.
Ancak devleti yönetenlerin gündemine bu konu bir gün bile gelecek gibi değil.
Zira onlara sorarsanız Türkiye’de açlık da yoksulluk da yok!
Eğer bir şeyin yok olabilmesini sağlamak yok diyerek sağlanabilseydi haklı da olurlardı.
Ama maalesef ki öyle olmuyor!
Ve bu yoksulluğu yaşayanların sayısı 18 milyona dayanmış durumda.