Sene 2005.
Daha yirmili yaşlarımın başındaydım. O dönem Türkiye’de Avrupa Birliği destekli yatırım projeleri yeni yeni başlamış. Bu projelerden biri de Kelkit ve Yeşilırmak Havzaları’na yönelik.
Ben de Amasya Taşova’lıyım.
Bölgeyi bilenler vardır. Bilmeyenler için kısaca anlatayım.
Tokat Erbaa’dan gelen Kelkit Çayı ile Amasya Taşova üzerinden gelen Yeşilırmak’ın ana kolu tam iki ilçenin sınırında birleşir. Oradan da Samsun Çarşamba’ya gider ve denize dökülür. Bu kadar sulak bir bölge olunca ne ekseniz, toprak size karşılığını verir.
Öyle bir bereket, öyle bir bolluk!
Ayrıca tam bir cennet!
Neyse hikayeye döneyim. Dediğim gibi yıl 2005!
Avrupa Birliği’nin girişte bahsettiğim destek programı daha çok ilgimi çekti. O dönem bölgede yatırımları olan bir iş insanının da desteği ile Taşova’nın komşusu Tokat’ın Erbaa ilçesinin belediye başkanı ile tanıştım. 2004’teki teşvik yasası ile Erbaa Organize Sanayi Bölgesi tam bir yatırım cennetine (!) dönüşmüş.
Tekstil ve hazır giyim şirketleri maliyetlerin yüksek olduğu şehirlerdeki fabrikaları sökmüş, teşvikten yararlanmak için buraya kurulmuştu. O zaman da tekstil ülke için çok önemli bir sektördü. O dönemlerde otomobilden bile fazla ihracat yapan bir sektörden bahsediyoruz.
Ancak Belediye Başkanı sanayiden memnun da olsa çevre sorunlarından dertliydi.
Çünkü ne kentin ne de Organize Sanayi Bölgesi’nin o dönemde işleyen bir atık su arıtma sistemi yoktu. Kentte sanayi bu kadar gelişmemişken de evsel atıklar doğrudan Kelkit Çayı’na deşarj ediliyordu. Ama sanayi ile tam bir çevre felaketine doğru gidiliyordu. O dönem AB’den de gelen destekle bir şekilde atık su arıtma tesisini inşa ettirmeyi başardık. Halen de çalışıyor bildiğim kadarıyla o tesis.
Bu yatırımlar elbette Erbaa’nın çok hızlı büyümesine katkı sağladı. Erbaa o şekilde hızlı büyüyüp gelişirken, Taşova ise o kadar gelişemedi. Köylerde, kasabalarda tarımsal üretim, hayvancılık devam etti. Hayvancılık ve tarımla uğraşmak istemeyenler de 24 km ötede Erbaa’daki tekstil fabrikalarında işçi olarak çalışma fırsatı buldular.
O zaman büyük kayıp gibi görünüyordu!
Aradan yıllar geçti.
Malumunuz her yere hidroelektrik santraller yapıldı. Bunlardan birkaç tanesi de Amasya’dan itibaren Yeşilırmak üzerine kuruldu. Ancak öyle bir inşaat kültürü ki bu nehrin bütün havzası değişti. İki ırmağın birleştiği yere doğru da yine benzer bir şekilde HES yapıldı.
Size yapılan HES sonrası durumu şöyle anlatsam daha iyi anlaşılır sanırım.
O koca Yeşilırmak, genişliği yüzeyde 5-6 metreyi geçmeyen iki beton arasına sıkıştırıldı. Eskiden tepeden baktığımızda görünen o mükemmel nehir manzarası yerini kurumuş bir su kaynağına bırakmış durumda. Anlayacağınız koca ırmağı kaybettiler!
Bütün bunları neden anlattım?
Dün gördüğüm bir haber üzerine. Haberde Amasya Taşova’da tam da yatağı değiştirilen nehir havzasının kenarında bulunan bir köye, Çambükü’ne yapılması planlanan Organize Sanayi Bölgesi’ne karşı çıkan köylüler ve kaymakam tarafından görevden alınması söz konusu olan muhtardan bahsediliyordu.
Köylülerin isyanı tarım yapacakları, hayvan otlatacakları alanların azalmasından ötürü.
İstemiyorlar.
Onlar istemiyor ama birileri diretiyor.
Her yer fabrika olsa ne olacak?
Domates, pirinç, şeker pancarı üreten, hayvancılık yapan insanlar da fabrika işçisi olacak.
Onlar 5.500 TL’ye katma değeri düşük sektörlerde asgari ücrete (o da tabii herkes kayıtlı çalışırsa) mahkum işçiye dönüşürken biz de tarımdaki sorunları, gıda fiyatlarındaki artışı konuşmaya devam edeceğiz.
Son her sıkıştığımızda oradan buradan gıda ithal etmeye çalışacağız.
20 kilometre mesafede zaten olan olmuş. Zaten tarımsal üretimin can damarı suyun büyük kısmını insanların ellerinden almışsınız. Zaten bir sanayi var, isteyen oraya gidip çalışıyor.
Bırakın bari istemeyen üretsin!
Sonra domates neden 30 TL oldu?
Sizce neden?
Bu sadece benim bildiğim bir hikaye, sizce böyle kaç hikaye daha var?