Geçtiğimiz hafta içerisinde ekonomimizi ilgilendiren iki önemli gelişmeyi takip ettik. Birinci gelişme Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkanı Biden görüşmesi idi.
Görüşmeden ne çıktı tam olarak ben anlamadım. Anladığım kısmı ise görüşme sonucunda Afganistan’ın başkenti Kabil’deki havaalanını biz koruyacakmışız. Yerli ve yabancı yatırımcılar da bir saatlik görüşmeden benim anladığım kadar sonuç çıkarmış olacak ki görüşme öncesinde hızla değer kazanan Türk Lirası görüşme sonrasında yine tepetaklak oldu.
Aslında Kabil Havaalanı’nı bizim korumamıza neden bu kadar tepki verdi piyasalar ben o kısmı da anlamadım!
Sanırım yine dış mihrakların kıskançlık dönemine denk geldik.
Dış mihrakları bir kenara koydum.
İçerideki piyasa oyuncuları, bu başarının üzerine daha ne istediler onu hiç anlayabilmiş değilim. S400, F-35, Suriye, Libya, ABD’nin 24 Nisan açıklaması diye uzayan Türkiye-ABD ilişkilerinin ikincil (!) meseleleri de hamdolsun gündeme gelmediğine göre ortada bir sıkıntı yok aslında!
Şaka bir yana bu konuların uzun uzadıya konuşulmaması bile Türk Lirası›na 30 kuruş birden değer kaybettirdiyse bir de gündeme gelseydi ne olacaktı gerçekten hiçbir fikrim yok.
***
Bu haftanın önemli ikinci konusu ise Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın faiz kararı oldu.
Ya da bir başka deyişle faiz kararsızlığı.
Bir önceki Başkan Naci Ağbal görevden alındığından bu yana TCMB faiz kararı veremiyor. Veriyormuş gibi yapıp pas geçiyor.
Üçüncü toplantıdır, ne hükümetin istediği gibi faizi indirebiliyor, ne de aslında yapması gerektiği gibi faiz artırımına gidebiliyor.
Birincisine Cumhurbaşkanı Erdoğan sınır çekiyor, ikincisine ise ekonominin hal-i ahvali.
Araya bir de ABD Merkez Bankası kararı da sıkıştı bu hafta tabii. ABD Merkez Bankası bizimki gibi değil. Ne gerekirse yaparım diyebiliyor. Yapmasına gerek bile kalmıyor, dediğini yapacağına olan inanç bile, hatta bugün dediğini iki yıl sonra yapacağı mesajı bile yetiyor.
Gelişmeler böyle olunca Biden etkisinin üzerine TCMB’nin kararsızlığı ve FED’in kararlılığının etkisi de biniyor. Hop dolar/TL yine 7,80’lere yolculukta.
***
Anlaşılan TCMB de herkes gibi üç aydır enflasyonun ve döviz kurlarının kendiliğinden düşmesini bekliyor.
Enflasyon ve döviz armut değil ki yeter ben oldum artık düşeyim desin!
Onlar da birilerinin çözüm üretmesini bekliyor.
Çözüm üretmesi gerekenler de bekleyince, bütün ülke hep beraber bekliyor işte!
***
Bu arada olan milyonlarca insana oluyor.
Bir önceki yazıda da sizlerle TÜİK’in yoksulluk verilerini paylaşmıştım. TÜİK’in medyan gelirin %60’ı olarak belirlediği yoksulluk sınırının altında yaşayan insan sayısı 18 milyona ulaştı. Son üç yılın en az ikisinde yoksulluk sınırı altında kalan insanımızın sayısı ise yine TÜİK’e göre 11,2 milyon!
Öyle ya da böyle pandemi öncesinde yoksul sayımız 20 milyona gidiyor. Bu sayılara bir de pandeminin yarattığı yoksulluğu eklersek dehşete düşmemek elde değil.
Başta yoksulluk sınırının altında yaşayan vatandaşlarımız olmak üzere, ülkedeki tüm çalışanların, esnafın, emeklinin yani ülkenin neredeyse %90’ının en büyük derdi ise enflasyon.
Fiyat artışları hızlandığında yoksul sayısındaki artış hızlanıyor.
Ve son üç yıldır maalesef yıllık enflasyon hep yüksek seyrediyor. Hal böyle olunca da yoksul sayısı da yıldan yıla uçuyor.
Belli ki enflasyon belirli bir seviyeye düşürülemezse, hem paramızın değeri, hem emeğimizin değeri, hem de yaşamımızın kalitesi düşmeye devam edecek.
Bunlar düşerken işsizlik ve yoksulluk da artmaya devam edecek.
***
Hal böyleyken daha beklemeye devam mı edeceğiz? Neyi bekleyeceğiz?
Biden’ın gülümseyerek ağzından çıkacak bir “I love Turkey - Türkiye’yi seviyorum” cümlesini mi?
Ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TCMB’ye “Tamam, arttırın faizi kızmayacağım!” demesini mi?
Belli ki biz daha çok bekleriz.