Biz iktisatçıların analiz yaparken en çok önem verdiğimiz konuların başında verileri kullanabilmek gelir. Kamu kurumlarınca ya da başka gözlemler sonucu ortaya çıkan veriler, ekonominin içinde bulunduğu durumu anlamamızı kolaylaştırır.
Veriler ise gerçekleri yansıtabildiği ölçüde anlamlıdır.
Yukarıda yazdığım cümlenin önemini zaten hepimiz bir süredir daha fazla kavrar haldeyiz. Neredeyse her bir göstergeye ilişkin resmi veri açıklandığında bir Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan verilere bakıyoruz bir de yaşadığımız gerçeklerle kendi ürettiğimiz verilere.
Aradaki gözlem farkı ise bizi sık sık verilerin güvenilirliği üzerine tartışmaya itiyor.
Ancak bu yazı TÜİK ile ilgili değil.
Daha çok kendi gözlemlerimizle varılan sonuçlarla ilgili. Ve o verilerdeki uç gözlemlerin bizi ne kadar yanıltabildiği üzerine.
Önce uç gözlem ya da aykırı değer nedir onu açıklayayım.
Uç gözlem bir veri setinde diğer gözlemlerden önemli ölçüde farklı olan bir noktadır. Mesela dünya kişi başı milli gelir ortalaması 2020’de 11.000 dolar. Ancak bazı ülkelerin milli gelirleri bu ortalamaya göre çok daha fazla sapma gösterebiliyor. Mesela Lüksemburg’un 120.000 dolarlık kişi başı milli gelir böyle bir sapma. Ya da ortalamaya göre çok daha düşük ülkeler de öyle. Böyle veriler analizin sağlığını bozabilecek durumlar yarattığı için zaman zaman veri setinden çıkardığımız dahi olur.
Sağlıklı bir analizde uç gözlemler dikkatle ele alınmalıdır.
Neyse konumuz iktisadın matematiği ya da istatistik değil. Dediğim gibi konu kendi ürettiğimiz bilgi içerisindeki uç gözlemler.
Türkiye’de de özellikle son yıllarda süregelen ekonomik kriz bu uç gözlemlerin çok fazla analizlerimizi etkilediği bir sürece işaret ediyor. Ekonomik ve siyasi analizlerin de daha çok bu gözlemlerle şekillendiği bir ayrışmanın içerisindeyiz.
Bu gözlemlerle analiz yapınca kendimizi sürekli yanlış soruları sorarken buluyoruz?
Mesela “madem insanlar bu kadar yoksullaştı” ile başlayan sorular.
Madem insanlar bu kadar yoksullaştı neden hala AVM’ler ve pahalı restoranlar tıklım tıkış dolu? Madem bu kadar yoksulluk var nasıl oluyor da sokaklar lüks ithal arabalarla dolu? Madem insanlar bu kadar yoksul, bu fiyatlara nasıl ev alınabiliyor?
Ya da tam tersinden baktığınızda bambaşka uç gözlemler temel alınabilip bambaşka sorular ortaya çıkabiliyor.
Madem insanların durumu çok iyi nasıl bu kadar çok insan çöpten gıda toplar durumda? Madem insanların durumu çok iyi neden insanlar kuyruklarda sıra oluyor? Madem insanların durumu çok iyi nasıl oluyor da komşunun kızı “beş yıldır” iş bulamıyor?
Gördüğünüz gibi uç gözlemler bütün analizi bozuyor ve bize yanlış soruları sorduruyor. Tartışma da haliyle kısır hale geliyor.
Oysa soruları sorarken bakmamız gereken nokta, o uç gözlemlerin dışarıda bırakıldığı ortalamanın bize ne söylediği…
Ancak o zaman doğru soruları sormamız mümkün olabiliyor!
Uç gözlemlerle soru sorduğunuzda “Ama ABD’de de evsizler var, Kenya’da insanların içme suyu bile yok” diye nutuk atan gazeteciler ve siyasetçiler görebiliyorsunuz. Ya da tam tersi…
Asıl mevzu ve gerçek sorular o püf noktaların ötesinde!
Mesela ben size birkaç örneğini vereyim. Siz de çoğaltın.
Madem Türkiye’de ekonomi %11 büyüdü, benim gelirim neden o ortalama kadar büyümedi? Neden Türkiye’de asgari ücret ile ortalama ücret birbirine bu kadar yakın? Neden dört kişilik bir ailenin ortalama geliri yoksulluk sınırının altında kalıyor?
Böylelikle çok zengini ve çok zengini örnek alan sorulardan çıkıp, hepimize dair daha çok bilgi içeren ortalamalara odaklanmak mümkün olabiliyor.
Dediğim gibi uç gözlemler dünyanın her yerinde vardır.
Siyasetçiden talep etmemiz gereken ise o uç gözlemlerin kalmadığı ve ortalamada mutlu bir ülke için şartları oluşturmasıdır.
Gerisi ise kısır tartışma…