Vicdan insanın belki de en değerli fıtrî sermayesidir. Vicdan selim fıtratın şuur hâlindeki tezahürüdür de denilebilir. Derunî bir ahlâkî şuur olarak vicdan her zaman hak, adalet ve hakkaniyetten yanadır. Bu bakımdan vicdan insanın belki de en güvenilir ahlak hocasıdır. Çünkü o gerek bireysel gerek toplumsal tutum ve davranışları ahlâkî açıdan hiçbir kayırmada bulunmaksızın ve hiçbir çifte standarda yaslanmaksızın değerlendirir. İnsan ahlâkî değerleri çiğnediği zaman, kendi nefsine hâkim olabilecek güçlü bir “iç ben”in baskısına maruz kalır. İşte bu baskı mercii vicdan diye anılır. Vicdan herhangi bir şey hakkında “evet” veya “hayır” dediğinde aklın aksi yönde bir şey söylemesi pek mümkün olmayabilir. Gerçi akıl bazen şeytanî his ve dürtülerle ayartılabilir ve böyle bir durumda anarşist bir hüviyete bürünebilir. Ama vicdan aklın fren sistemi olarak bu şekilde ayartılmaya pek müsait değildir.
***
Kanaatimce vicdan akıldan daha nezih, temiz ve dürüsttür. Vicdan, akıl ve duyu arasında bir derecelendirme söz konusu olduğunda üstünlük kesinlikle vicdana aittir. İkinci sırada akıl, son sırada ise duyular yer alır. Üstünlüğün her daim vicdanda kalması onun selim fıtrata dayanıyor olmasındandır. İşte bu üstünlüğünden dolayıdır ki vicdan akılla çatıştığında, aklın talimatıyla hareket etmek caiz değildir. Çünkü bu minvalde hareket etmek selim fıtratın derinden gelen sağduyulu sesine kulak tıkamak anlamına gelir. İnsanın işlediği bir ahlâkî suç karşısında vicdanın tazibi başladığında, aklın bu azabı dindirmeye yönelik mazeretlerinin pek kâr etmemesi manidar olsa gerektir. Vicdan, haksızlık karşısında herkesi adamakıllı sorgulayan, bu sorgulamasında “ama”lı, “fakat”lı hiçbir mazeret kaydı koymayan bir güçtür. Dahası, vicdan kütlesi bulunmayan ama etkisi her türlü dışsal otoritenin yaptırımından çok daha baskın olan bir güçtür. Vicdan sahibi olmayı en iyi anlatan şey, sızı ve azap sözcükleri olsa gerektir. Sızı ve azap, gayri ahlâkî bir cürüm işlendiği anda başlar ve “keşke”lerle devam eder. Böyle bir durumda vicdan insana suçlu olduğunu tam anlamıyla ikrar ettirir ve bu aşamadan itibaren insan ne kendi vicdanının hâkimliğinden ne de kendi aleyhine verdiği hükmün yürek ezici etkisinden kurtulabilir.
***
Vicdan ve vicdanlılığın sevgi ve merhametle ilişkisi de önemli bir meseledir. Sevgi kimi zaman zarar ve ziyanı faydasından çok daha büyük bir saçmalık ve savrulma hâline dönüşebilir. Çünkü sevginin nesnesi çok iyi olabileceği gibi çok kötü, hatta iğrenç de olabilir. Hâlbuki vicdan hep iyinin yanında yer alır; kötünün karşısında sızlanır. Vicdan, sevgi ve merhamet temelli bir duygu olarak kabul edildiği zaman özellikle ahlak, adalet ve hakkaniyet konusunda şaşmaz terazi olma özelliğini kaybeder. Çünkü insan kötü de olsa sevdiği şeyleri kayırır. Bu türden kayırmalara çoğu zaman merhamet duygusu da çanak tutar halde olur. Ne var ki salt sevgi ve merhametten çok kere maraz doğar. Bu yüzden, vicdanın nirengi noktası sevgi ve merhamet değil, adalet ve hakkaniyet duygusu olmalıdır.
Peki, vicdan bitmez tükenmez bir şey midir; yoksa bitip tükenebilen ve dahi ölebilen bir şey midir? Kanaatimce vicdan bitimsiz ve ölümsüz değildir. Vicdanın da bir limiti vardır; bu yüzden gün gelir bitip tükenebilir ve pekâlâ ölebilir. İnsandaki vicdanı vicdansızlığa maruz kalmak bitip tüketir. İnsani ilişkilerde hoyratlık, nobranlık, nankörlük ve hainlik alıp başını gittiği zaman, vicdan ve merhamet sahibi insanın sabrı tükenir ve bu yüzden de bilerek isteyerek kendi vicdanını bizzat kendisi öldürüverir. Hatta yeri ve zamanı geldiğinde vicdanın behemehal katledilmesi gerekir. Vicdan sahibi insan kendi vicdanını katlettikten sonra merhametsiz ve acımasız hâle gelir. Çünkü vicdan ve merhametin hoyratça istismar edildiğini görmek, kullanılmışlık duygusunu harekete geçirir ve bu duygu intikamcı bir ruhu da beraberinde getirir. Sonuçta vicdanlı insan alabildiğine vicdansız ve acımasız birine dönüşebilir. Böylece kendi benliğini suçlama, sorgulama, kendi aleyhine tanıklık etme ve yine gerektiğinde kendi nefsine savaş açıp ona ceza verme istidadını kaybetmiş hâle gelir.
Vicdanın bitip tükenmesi ve ölmesi genellikle yakın çevrenizdeki insanların size reva gördükleri vicdansız ve acımasız muamelelerin neticesidir. İnsani ilişkideki derin hukukun şu veya bu sebeplerle kavga, niza ve karşılıklı hesaplaşmayla sona ermesinin ardından ister istemez “Artık hınç ve intikam zamanı” evresine geçilir. Böyle bir evreye geçildiğinde vicdan artık tüm özgül ağırlığını kaybetmiş, dolayısıyla bitip tükenmiş ve ruhunu teslim etmiş demektir. Bu safhadan sonra vicdanın dirilmesi pek mümkün değildir. Genellikle vicdansızlıktan müşteki olan veya “Vicdan öldü mü?” diye dert yanan kimseler çoğunlukla kendi hoyratlıklarının ağır bedellerini ödemenin can yakıcılığı karşısında vicdan diye bir şeyin varlığını hatırlama ihtiyacı duyarlar. Diğer bir ifadeyle, başka insanlara her türlü hoyratlığı reva görenler vicdansız ve acımasız muamelelere maruz kaldıklarında “Vicdan yok mu?” diye sızlanıp adeta ağıt yakmaya başlarlar. Münâvî’nin Feyzü’l-Kadîr adlı eserinde, “Kibirliye karşı kibir sadakadır” (el-kibrü ale’l-mütekebbiri sadakatün) şeklinde ilginç bir rivayet yer alır. Bu rivayetten hareketle, “Vicdansıza karşı vicdansızlık sadakadır” demek de herhalde mümkün ve mubah olmalıdır.