Kötülüğün pornografisi

Mustafa Öztürk

Birkaç gün önce bir hocamdan, “Başınıza bir kaza bela gelse, yardıma koşacak kimse olmaz ama emin olun o sırada sizi videoya çeken biri mutlaka olur” gibi çarpıcı bir söz işittim. Bu sözü işitir işitmez, 20 gün kadar önce Kırıkkale’de eski kocası tarafından boğazı kesilerek öldürülen Emine Bulut’un ölüm anını videoya çeken kişi geldi ve bu videocu da “kötülüğün pornografisi” tabirini aklıma getirdi. Geçmiş yıllarda gazetelerin üçüncü sayfa manşetlerinde ve özel televizyonların ana haber bültenlerinde, şimdilerde ise sosyal medya mecralarında karşımıza çıkan ve hem dehşet hem de şehvetle temaşa nesnesi olan binbir çeşit cinayet ve ölüm manzarası kötülüğün pornografisine dair tipik örneklerdir. Nurdan Gürbilek Kötü Çocuk Türk adlı kitabında tam da bu konuyla ilgili olarak 1980’li yılların Türkiye’sinden çarpıcı bir örnek verir. “1980’li yılların başlarında bir gazetenin baş sayfasında sinema oyuncusu ve şarkıcı Feri Cansel’in bir fotoğrafı yayınlanmıştı” diye başlayan Gürbilek şöyle devam eder: Tüm sayfayı kaplayan, morgda çekilmiş bir fotoğraf. Altında da haber: Feri Cansel sevgilisi tarafından kurşunlanarak öldürüldü… [O yıllarda] bütün vahşet haberleriyle birlikte, müşterisi durumuna düştüğümüz ceset düşkünlüğüyle birlikte, ölüme bakışımız gözle görülebilecek biçimde değişmişti. Artık ölümden söz etmenin kamusal dili, onu tümüyle dışsal bir travma olarak ele alan yabancı ve uyarıcı bir afete dönüştüren pornografik bir dildi. Hayatı boyunca pornografik bir bakışın nesnesi olmuş Feri Cansel’in bu kez bir film karesinden değil, bir morg çekmecesinden çalınmış çıplaklığı, bugün artık kanıksadığımız bu değişimin ilk örneklerinden biri olduğu için bu kadar çarpıcıydı bence. Bir de insanın içini acıtan bir ironi oluşturduğu için: 1970’lerin pornografi yıldızı bu kez bastırılmış cinselliği değil, bastırılmış ölümü gündeme getirdiğinden, hayatımızın dışına itilen ölümü bütün çıplaklığıyla temsil ettiğinden, av olmuştu basına. Ölüm pornografisi, cinsellik pornografisinin yerine geçmeye değilse de hemen yanı başında yer almaya adaydı artık…

***

İçinde bulunduğumuz zaman dilimindeki genel dünya ahvali kötülüğün pornografik hâl aldığına dair sayısız veri sunuyor ve maalesef bu durum her geçen gün daha fazla yaygınlık kazanıyor. Kötülüğün pornografik hâl almasına dair en son örnek, Bahamalar’da meydana gelen kasırga nedeniyle sosyal medya mecrasında dua etiketleri paylaşılması ve bazı instagram kullanıcılarının bu etiketleri kendilerinin bikinili fotoğraflarına eklemiş olmasıdır. Bazı gazetelerde “Utanmazlıkta Sınır yok!” başlığıyla dikkatlere sunulan bu derin ahlaksızlık güncel hayatta çok daha başka şekillerde de karşımıza çıkmaktadır. Bu durum kötülüğün sıradanlaşması ve vakâ-i âdiye gibi algılanmasıyla alakalıdır. Kötülüğün sıradanlaşması deyince Hannah Arendt’in “Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eichmann Kudüs’te” (çev. Özge Çelik, Metis Yayınları, İstanbul 2018) adlı eseri ile Margarethe von Trotta’nın yönettiği Hannah Arendt (2012) adlı sinema filmi hatırıma geliyor. Adı geçen eserde Arendt, Naziler döneminde milyonlarca Yahudi’nin toplama kamplarına, ölüme gönderilmesinden sorumlu SS yetkilisi Karl Adolf Eichmann’ın Kudüs’teki yargılanma sürecini irdeliyor. Yahudi soykırımının mimarı olarak görülen Eichmann, Arendt’e göre sadist bir canavardan ziyade, sıradan bir devlet memuru tipinde, hatta korkutucu derecede normal bir insandır. Fakat otoriteye koşulsuz itaat anlayışına bağlı olarak düşünme ve muhakeme yetisi kaybolmuş, bu yüzden de kötülüğü sıradan bir şey gibi algılamış ve uygulamıştır.

***

Kötülüğün sıradanlaşması aslında onun alışkanlığa dönüştürülmesi ve buna bağlı olarak insandaki iyilik tarafının örselenip vicdanın körelmesiyle yakından ilişkili bir olgudur. Nitekim insan bir günah işleyince bundan hicap ve nedamet duyar, on günah işleyince hicap ve nedamet duygusu azalmaya başlar. Bin günah işlediğinde ise şerri kanıksar, onunla empati kurar ve en sonunda şerri/günahı sıradan bir şey gibi algılar. Stalin’e izafe edilen, “Bir kişiyi öldürmek cinayet, on kişiyi öldürmek katliam, yüz kişiyi öldürmek trajedi, bir milyon kişiyi öldürmek ise sadece istatistik olur” şeklindeki söz de insanın günahkârlık psikolojisindeki bu tuhaf prosese atıfta bulunur. Kanımca, şerrin sıradanlaşmasının önündeki en kritik eşik, Âl-i İmrân 3/135. ayette de çarpıcı biçimde işaret edildiği üzere şer ve günahın bilerek isteyerek tekrarlanmaması, bu konuda ısrarcı davranılmamasıdır. Ama her nedense insanın içindeki şeytan (fücur), melek (takva) tarafına çoğu kez galebe çalmakta ve bunun neticesinde insan kötülüğün pornografisine dahi merak salmaktadır. Mesela, hemen her gün kan revan manzaralı bir trafik kazasının ya da bıçaklı satırlı bir meydan kavgasının vatandaş tarafından adeta sirk gösterisi gibi izlenip videoya çekildiğine tanık olunmaktadır. Belki de bu garip hâl, insandaki bastırılmış kan dökme dürtüsünü hazır dökülmüş kan üzerinden zahmetsiz ve külfetsiz şekilde tatmin arzusunun bir yansımasıdır. Hülasa, insan -genellikle sanıldığı gibi- doğuştan şeref madalyasıyla taltif edilmiş (eşref-i mahlûk) olmaktan ziyade, çok arızalı bir varlıktır; fakat kötülükle memzuc arızalarını onardığı takdirde şerefyâb olacaktır.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (45)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.