Kendimizi dinleme ve düşünmeye davet meyanında…

Mustafa Öztürk

Bu hafta esaslı bir yazıyı hak eden, nurtopu gibi netameli bir tartışma konusu vardı.

Daha açıkçası gerek Diyanet İşleri Başkanı’nın Ankara Hacı Bayram Camii’ndeki temsili Cuma namazı hutbesinde dile getirdiği “lûtîlik” konusu, gerek Ramazan ayındaki ilk Cuma günü böyle bir konuya değinmenin aciliyeti ve lüzumu, gerekse Ankara Barosu’nun adeta ergen diliyle kaleme alınmış eleştiri metnindeki yoğun nefret ve kin kokusu gibi meseleler üzerine yazı yazmak hiç fena olmazdı. Fakat birkaç gün önce Ruşen Çakır’ın Medyascope programında bu konuyu etraflıca konuştuk. Dolayısıyla “tam yerine geldi manzara koyduk” diye düşünüp aynı konu üzerine yazmayı gereksiz bulduk. Bugün bu köşede güncel korona sıkıntısından veya din alanıyla ilgili herhangi bir konudan söz etmek yerine, hazır sokağa çıkma yasağı vesilesiyle kendimizi dinleme fırsatı da doğmuşken bizi bu gezegendeki genel insanlık hikâyesine ve hayat serüvenine dair bir nebze de olsa düşünmeye sevk edecek birkaç aforizma -ki bu aforizmalar iki Alman filozof Arthur Schopenhauer ile Friedrich Nietzche’ye aittir- paylaşmak yerinde olur diye düşündük…

Schopenhauer’den…

Hayatımız öncelikle bize başka bir şeyle değil, ancak bakır bozukluklarla yapılmış bir ödemeye benzer ki bizim bu ödemeye karşı bir alındı makbuzu vermemiz gerekir. Bakır bozukluklar günler, alındı makbuzu ise ölümdür…

Verdiği sözü tutmuyor hayat… Tutsa bile özlediğimiz şeyin gerçekte özlenilmeye değer olmaktan ne kadar uzakta bulunduğunu göstermek için yapıyor bunu…

Her ne olursa olsun, hayata belli bir ölçüye kadar dayanabilen bir kimse dahi giderek yaşlandıkça her şeyin bir hayal kırıklığı ve hatta bir aldanış olduğunu kavrar…

İnsandaki arzu ve istekler sonu gelmez mahiyettedir ve fakat her tatmin edilmiş arzu bir yenisini üretir. Bu dünyada mümkün olan hiçbir tatmin insanın şiddetli arzusunu sonlandırmaya, isteklerinin önüne nihai bir hedef koymaya ve yüreğinin dipsiz kuyusunu doldurmaya kâfi gelmez…

İnsanın erişebileceği en iyi, en fazla şey bütün insanlığın hayrına olacak bir işte ve bir yolda ezici talihsizliklere, bunaltıcı güçlüklere karşı mücadele eden ve her ne kadar eline sadece önemsiz bir ödül ya da hiçbir şey geçmese dahi sonunda bundan galip çıkan kimsenin yaşadığı gibi kahramanca bir hayattır…

Bize iyi gelen ve gelmeyen şeyler hakkındaki yargımız son derece aldatıcıdır. Tıpkı sonraları kendi iyiliğine olacak şeylerden insanların çoğunlukla şikâyet etmesi ve acılarının kaynağı olan şeyi de coşkuyla karşılamaları gibi…

Nietzsche’den…

Vicdanlı ve dürüst olmak hesaplı/hesapçı olmaktan daha iyidir. Hesap insanı makam mevki sahibi yapar ama vicdan daha önemli bir işe yarar: İnsanı insan yapar…

Vicdanı suskun olan insanın düşmandan farkı yoktur…

Eylem ve vicdan genellikle uyuşmazlar. Eylem, ağaçtan ham meyveleri toplamak isterken, vicdan onları gereğinden çok olgunlaşmaya bırakır…

İnsan, diğer insanlardan hiçbir şey istememeye, onlara hep vermeye alıştığı zaman, elinde olmadan asil davranır…

İnsan yorgun düşünce uzun zaman önce fethettiği fikirlerin saldırısına uğrar…

İnsan yaşamını belli aşamalarda zorlaştıran pek çok şey, daha ileri bir aşamada onu kolaylaştırmaya hizmet eder…

Tüm gerçekler üç aşamadan geçer. Birinci aşamada gerçek alaya alınır. İkinci aşamada herkes ona şiddetle karşı çıkar. Üçüncüsünde ise apaçık ortada olduğu gerekçesiyle tartışmasız kabul edilir…

Her şey yoruma açıktır ve belli bir zamanda hangi yorumun üstün geleceği hakikatle değil, güçle alakalıdır…

Unutan iyileşir… Ne mutlu unutkanlara! Zira hataları bile onlara mutluluk getirir…

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (23)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.