15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili davalarda FETÖ’cü darbecilerin kendilerinden gayet emin bir tavırla verdikleri saçma sapan ifadelerle mahkeme heyetlerini tabir caizse çileden çıkardıklarına dair birçok haber okuyoruz. Ağırlaştırılmış müebbetle yargılanmalarına rağmen kimi darbecilerin duruşma salonlarında gayet rahat davrandıklarını ve hatta birtakım maskaralıklar yaptıklarını duyuyoruz. Bu garip tablo darbecilerin temel moral ve motivasyon kaynağı üzerinde düşünmeyi gerektiriyor. Kanımca, meselenin nirengi noktası cemaat kimliği ve kesin inançlılık psikolojisi gibi görünüyor. Cemaat kimliği söz konusu olduğunda, FETÖ ya da bir başka müesses yapı arasında ciddi bir fark bulunmuyor. Çünkü kapalı grup ve cemaat kimliği her koşulda kesin inançlılık üretiyor. Tarikat ve seyr-i sülûk geleneğinden aşina olduğumuz, “gassalin elindeki meyyit misali” ilkesini bu bağlamda hatırlatmak gerekiyor. Yine bu bağlamda Necmeddin Dâye ve İsmail Hakkı Bursevî gibi mutasavvıf müfessirlerin Musa ve Bilge Kul (Hızır) kıssasıyla ilgili ayetler münasebetiyle kaydettikleri şu ifadeleri aktarmakta da fayda görünüyor: “Mürit, şeyhinin söz ve fiillerinde aklî ve şer’î açıdan kabulü mümkün olmayan bir şey görse dahi susmalı, şeyhini asla kınamamalı, onun hakkında kötü düşüncelere kapılmamalıdır. Dahası, şeyhi hakkında hep müspet düşünmeli, onun hep doğru işler yaptığına, herhangi bir görüş beyan ettiğinde müctehit sıfatıyla ictihatta bulunduğuna inanmalı, yanlış olarak gördüğü şeyleri kendi akıl ve idrakinin kıtlığına bağlamalıdır.”
***
Eric Hoffer Kesin İnançlılar adlı eserinde kitle hareketlerinin anatomisine dair şöyle der: Tüm kitle hareketleri kendi taraftarlarında ölümü göze almak ve birlikte eyleme geçmek duygusu yaratır. Ortaya koydukları program ve telkin ettikleri öğreti ne olursa olsun, bütün kitle hareketleri aşırılığı ve nefreti körükler. Tüm kitle hareketleri hayatın belirli bölünmelerinde güçlü bir faaliyet akışı yaratmaya muktedirdir ve körü körüne bir inanç ve sadakat ister… Hayatlarını anlamsız ve tamiri mümkün olmayacak düzeyde kötü gören insanlar kişisel yükselmede değerli bir amaç bulamazlar. Kendi şahıslarına ait meslekî bir imkân onlarda büyük bir gayretkeşlik doğurmaz. Onlar için kişisel ilerleme kötü, kirli ve çirkindir. Kendi çıkarları uğruna yapacakları her iş, onların nazarında verimsiz olmaya mahkûmdur. Kökü kendi içlerinde olan hiçbir şey iyi ve yüce olamaz. Onların en içten gelen arzuları yeni bir hayattır. Yeniden dünyaya gelmek gibi bir imkân bulunmadığına göre kutsal bir amacın kimliğini kendi kişiliklerine katmak yoluyla yeni bir güven, umut, değer ve övünme duygusuna sahip olmak gerekir. Aktif bir cemaat veya kitle hareketi müntesiplerine her ikisini de vaat eder. Şayet bu kişiler kitle hareketine aktif olarak katılırlarsa, hareketin kolektif bünyesi içinde yeni bir hayata kavuşurlar. Sempatizan konumunda kalsalar dahi hareketin mücadeleleri, başarıları ve ideallerinin birer taraftarı olarak kendilerine güven ve kıvanç duygusu oluşturmayı başarırlar.
Bir insanı savaşıp ölmeye hazır duruma getirmenin temel yöntemi, o insanın kişiliğini kendi bedeninden ayırıp gerçek kimliğine sahip olmasını önlemektir. Bu iş, söz konusu kişinin kapalı bir topluluğun içinde eritilerek o topluluğa uydurulmasıyla yapılabilir. Bir insanın kendi nefsinden vazgeçmesi için onun bireysel kimliğinden büsbütün sıyrılması gerekir. Bunu sağlayacak en etkili yöntem, kişiyi kolektif bir kimlik içinde asimile edip eritmektir. Asimile edilmiş kişi kendini ve başkalarını birer fert olarak görmez, göremez. Kendisine kim olduğu sorulduğunda, kaçınılmaz olarak vereceği cevap kendinin bir kabilenin veya cemaatin üyesi olduğudur. Bu noktada kişinin bağlı olduğu cemaat veya gruptan ayrı bir amacı, değeri ve kaderi yoktur. Üstelik bu cemaat yaşadığı sürece onun için gerçek bir ölüm de yoktur. Öte yandan bir cemaat veya gruba ait öğretinin etkisi, o öğretinin özgün anlamından değil, kesinliğinden ileri gelir. Ne kadar derinlikli olursa olsun, hiçbir öğreti mutlak gerçeğin ifadesi olarak takdim edilmedikçe etkili olamaz. Bu şekilde benimsendikleri takdirde hem ilkel maskaralıklar hem uydurma saçmalıklar ve hem de yüce hakikatler insanlara kendi nefislerinden vazgeçmeyi göze aldırmakta aynı derecede etkili olabilir.
***
Gayet isabetli bir analize göre kişinin kendi benliğini kolektif kimliğe katmasına, geleneksel dinî gruplardaki karizmatik lider kültü ve lidere mutlak itaat anlayışı eklendiğinde ferdiyet olgusu ve fert olma şuuru buharlaşır. Geleneksel dinî yapılarda karizmatik liderin “Allah dostu” olarak kabul edilmesi ve bu yüksek manevi mertebesinden kaynaklanan birtakım özel güçlere ve imtiyazlara sahip olduğu düşüncesi hâkimdir. Bu düşünce Allah dostu olarak kabul edilen lider ile Allah arasında zımnî bir özdeşlik bulunduğu vehmini üretir. Çünkü liderin Allah ile sürekli irtibat hâlinde olduğu kabul edilir. Dolayısıyla onun görüşleri “Allah’ın sözcülüğü” olarak değerlendirilir. Bu yüzden, bir dinî cemaatin müntesibi ile o cemaatin lideri arasındaki ilişkiler, Allah’ın sözcüsü veya temsilcisi ile zavallı kul arasındaki ilişki olarak telakki edilir. İşte bu yüzden geleneksel dinî gruplarda sorgusuz sualsiz itaat çok temel bir ilkedir. Mutlak itaat ilkesinin gerçek hayat alanındaki yansıması ise kesin inançlılık psikolojisidir.