Happy idea (mutlu fikir), yani olmasını istediğimiz gibi düşünmek… Yirmi küsur yıl önce tam da böyle düşünürdüm memleketin siyasal ve toplumsal geleceği hakkında… Ancak bugün hem kendimden hem de bu düşünceme ortak ettiğim insanların cümlesinden tüm samimiyetimle özür dilerim… Mutlu fikir sahibi olmakla çok fena yanılmışım, belki de kendi kendimi kandırmış ya da kandırılmışım; Allah bu defa da beni affetsin… Vakit çok geç olmakla birlikte artık şunu kesinkes anlamışım: Demokrasi, özgürlük, hak, hukuk, ehliyet, liyakat gibi değerler ve ideallerin siyasal ve toplumsal düzlemde gerçek karşılıklar bulmasına yönelik mutlu fikirler, birilerine veya birtakım süreçlere havale/ihale yoluyla asla gerçek karşılıklar bulmaz. Birileri gelsin, bizi iyi yönde değiştirsin ve tüm eksikliklerimizi gidersin diye düşünmekle de hemen hiçbir şey olması istenen şekilde olmaz. Mutlu fikrimizin konusu olan şeyler, sürekli çaba sarf ederek, uğruna bedel ödeyerek gerçekleşecek değerler ve ideallerdir. Fakat ne yazık ki serde İslamcılık yellerinin estiği geçmiş zamanlarda “muhafazakâr” nitelemesini kendi geçmişimize, “demokrat” nitelemesini de mutlu fikrimiz ve gelecek hayalimize eşitleyerek, bu mutlu fikri kendilerine yetki havalesi yaptığımız bir siyasi kadronun gerçekleştireceğini düşünmekle en azından kendi adıma halt etmişim…
Başka bir ifadeyle, “demokrasi” ve “demokratlık” nitelemesinin tam teşekküllü otoriter bir siyasi düzen kurma özlemini giderme yolunda kullanılan bir Truva atı olduğunu fark edememişim. Hâlbuki gerek 28 Şubat döneminde gerekse daha önceki zamanlarda birçok haklı gerekçeyle oluşturduğumuz mağduriyet diliyle, dindar/muhafazakâr insanların siyasi iktidar erkine sahip olduklarında, en temel insani haklar ve özgürlüklerin kısıtlanması veya tümden yok sayılıp askıya alınması konusunda vaktiyle kendilerine olmadık mağduriyetler yaşatan laikçileri bile mahcup edecek bir siyasi/idari temsil ortaya koyacaklarına dair neler neler söylemiştim. Ama bugün itibariyle etnik temelli milliyetçilik ve mukaddesatçılığa parmak ısırtacak noktaya gelen bir siyasal İslamcı hareketin bu denli otoriterlik özlemlerine sahip olduğunu maalesef fark edememişim… Dahası, Nuray Mert’ten iktibasla, vesayet veya otoriterliğin sadece üniformayla değil, aynı zamanda Armani takım elbiseyle de geleceğini maalesef idrak edememişim. Gerçi Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki Milli Görüş hareketinin MHP’ye karşı ümmetçi ama kendi içinde en az MHP kadar Türkçü, milliyetçi ve aynı zamanda otoriter/totaliter olduğunu bilirdim; bu yüzden de Milli Görüş’ten pek hazzetmezdim. Derken, malum “gömlek değiştirme” söyleminin revaç bulduğu süreçte “İşte bu yeni siyasi hareket, bünyesinde birçok farklı eğilimi barındırması hasebiyle demokrasi adına güzel bir gelecek vaat ediyor” diye düşünmüştüm ama gerçekte “düşünmek” denen şeyden nasipsiz şekilde vehmetmişim. Bu yüzden, Can Yücel’in bir şiirindeki ifadeyle, kendimden özür diliyorum. Bir daha böyle bir fikrî sakilliğe düşmemek için de bundan sonraki hayatım boyunca siyasi olarak hiçbir şey düşünmemeyi, hele de herhangi bir siyasi harekete dair “mutlu fikir” beslememeyi kendime vazife telakki ediyorum.
Vakti zamanında dünya görüşü itibariyle kendime yakın gördüğüm, üstelik ahlaki duyarlılıklarına güvendiğim insanların memleketi daha demokratik, daha özgür, daha müreffeh bir geleceğe taşıyacaklarına dair iflah olmaz bir iyimserliğe sahip olmak, herhalde insani bir kusur değildir; fakat bugün gelinen noktada böyle bir iyimserliğin su katılmamış bönlük olduğu kesinleşmiştir. Öte yandan, Cumhuriyet Türkiye’sinde kendi söylemini dinî değerler ve kavramlarla mezceden siyasi hareketlerin hiçbirinde demokrasi, hukuk, özgürlük, liberallik gibi kavramların hemen hiçbir anlam ifade etmediği, bilakis söz konusu hareketlerin Tanzimat’tan bu yana süregelen rövanşizm ideolojisinden beslendiği ve siyasi iktidar ele geçirildiğinde otoriterliğin daniskasını sergilediği gerçeği de artık tecrübeyle sabittir. Uzun lafın kısası, vaktiyle “Gel, ne olursan ol, gel; kim olursan ol, yine gel” sözünden mülhem gibi görünen bir kucaklayıcı tavırla “Beraber yürüdük biz bu yollarda” diye yola çıkılmış, ama günün sonunda “Yalan söyleyen tarih utansın”, “ideolocya örgüsü”, “Keşke Yunanlılar galip gelseydi” veya “kaliteli pamuk tıkama” noktasına ulaşılmıştır. Daha doğrusu, “kaliteli pamuk tıkama” özlemi aslında yolun en başında varmış, fakat kahrolası takiyye benim gibi safları kandırmış… Bu yüzden, bir kez daha şunu söylemeliyim: Allah bu defa da beni affetsin.