Erikik bir varlık olarak insan

Mustafa Öztürk
Zaman zaman internette Google Earth’ı açar ve kapkaranlık uzay boşluğu içinde dünyaya uzunca bir süre bakarım; derken birkaç mouse tıklamasıyla dünyayı fezaya doğru iteleyip alabildiğine küçültünce yine uzun uzun seyre dalarım. Sonra kendi kendime düşünür ve “Şimdi” derim, uçsuz bucaksız âlemde iğne ucu kadar yer tutmayan şu mavi gezegenin içinde ne erikiklikler yaşanıyor; belki sayısız insan şu koskoca varlık âlemindeki cürmüne ve kaç paralık ederi olduğuna bakmaksızın -amiyane tabirle- “Âlemin kralı benim” diye racon kesercesine sürekli erikiyor diye acı acı gülümserim.  Ve sonunda çok erikik bir varlık olarak biz insanların kendilik algılarındaki zavallılığa içten içe hayıflanırım.
 
Erikiklik (erüküklük) Giresun yöresine ait bir tabir olup “azgınlık, şımarıklık” gibi bir anlam içerir ve genellikle çok hareketli, yerinde duramayan ve şımaran çocuklara, “Siz fazla eriktiniz, bakın görün başınıza kötü bir iş gelecek” diye ihtarlar çekilir. Kısacası, Giresun yöresinde, şımarık kimseye “erikik” (yöre ağzıyla “erükük”), azma ve şımarma haline de “erikiklik” (erüküklük) denir. Bence insan denen varlık da tıpkı şımarık çocuklar gibi çok erikiktir ve kuşkusuz bu hüküm benim için de aynen geçerlidir… Peygamberler insanoğlundaki erikikliği törpülemek için çok didinmişler; fakat ne yazık ki onların tebliğ ettikleri dinî-ahlâkî öğretiler kurumsallaştıklarında, her biri bir ideolojiye dönüşmüş inanç sistemleri olarak tarih boyunca sürgit devam eden medeniyet odaklı güç ve nüfuz kavgalarının çok kullanışlı aparatları haline gelmişlerdir. Din kurumsallaşınca sadece başka inanç sistemleriyle değil, kendi içlerinde de dinî değerler ve semboller üzerinden kavgaya tutuşup amansız bir güç ve nüfuz mücadelesi vermişlerdir.

“İslam dininin ana ilkelerini konu edinen ilim” diye tanımlanan Kelam ilmiyle ilgili literatüre yahut bu ilim dalıyla yakından ilişkisi bulunan makâlât ve fırak (mezhepler tarihi) alanındaki klasik eser külliyatına şöyle bir göz attığınız zaman, karşınıza çıkan manzaranın benim burada anlatmak istediğim şeyi size fazlasıyla anlatacağından emin olabilirsiniz. Özellikle İslam ve Hıristiyanlığın bu dünyaya karşı koyduğu onca ahlâkî rezerve rağmen bu iki dinin müntesiplerinin kimi zaman Yahudilere parmak ısırtacak kadar dünyevileşerek erikmesi hakikaten çok tuhaf bir ironidir. Bu mesele bir tarafa, koca koca din adamlarının, mesela vefatından birkaç saat önce bile “Birbirinizle, konu komşuyla iyi geçinin; dirliğiniz, düzeniniz bozulmasın” diyen ve bir şiirinde “Dünyada tükenmez murad var imiş, ne alanı gördüm ne murad gördüm” diyerek faniliğin ürkütücü anlamını çok çarpıcı şekilde gözler önüne seren Âşık Veysel gibi bir ümmi yahut “Sen söylersin söz içinde sözün var, çalarsın çırparsın oğlun kızın var, bu dünyada üç beş arşın bezin var, tüm bedesten senin olsa ne fayda?” diyen “Kul Himmet Üstadım” mahlaslı ozan İbrahim kadar bu dünyanın ne idüğünü kavrayamamış olmaları da çok esef vericidir. Ne yazık ki günümüzde din, diyanet işleriyle iştigal eden veya kendi kimliklerini dinî ve mezhebi aidiyetlerle lanse etmeyi seven birçok tanınmış figürün dünya ve hayatla kurdukları bağ, Hümeze 104/2-3. ayetlerde muhtemelen Velîd b. Muğîre isimli erikik müşriğe atfen, “Habire servet yığar ve gelip gidip servetini sayar. Sanır ki bu servet kendisini dünyada baki kılar…” şeklinde tasvir edilen tipolojiden çok farklı değildir. Hatta bu tiplerin din ve diyanetle ilişkisi Yahudi geleneğinde Ferisîler denen din tüccarlarıyla hemen hemen aynı mahiyettedir.

Kimi zaman din, kimi zaman millet, kimi zaman medeniyet, kimi zaman da başka bir dava ve hesap uğruna hep bir kavga, hep bir dalaş, hep bir çatışma… Gerek fert gerek millet düzeyinde insanoğlunun birbiriyle didişme ve kavga gürültü çıkarma hevesi maalesef hiç kırılmıyor… Aksine kimi zaman Ermenistan örneğinde olduğu gibi bazı milletlerin erikiklikleri depreşiyor, kimi zaman da Araplar örneğinde olduğu gibi “Ayı balı bol bulunca…” misali olmadık erikiklikler baş gösteriyor… Kısacası, insanoğlu uslanmak nedir, bilmiyor; bu yüzden de eririklikten hiç vazgeçmiyor. Hâlbuki bugün kadim Mısır medeniyetinden antik Yunan ve eski Roma’sına kadar bütün hepsinin yerinde yeller esiyor ve üstelik Kur’an bunu Âd, Semûd, Firavun örnekleri üzerinden kaç kez hatırlatıyor. Bütün bu yalın gerçeklere rağmen insanoğlu erikmeyi yine marifet biliyor. İhtimal ki huzur, sükûn, dirlik, düzenlik insanoğluna batıyor. Dahası, insanoğlu, Bakara 2/30. ayetteki bildirime göre, “Ben yeryüzünde bir halife/kalfa kılacağım’ buyuran Allah’a, “Sen orada fesat çıkarıp kan dökecek bir varlığı mı halife kılacaksın?!” diye karşılık veren melekleri adeta haklı çıkarmak istercesine elinden geleni ardına koymuyor. Bugün kelimenin tam manasıyla çivisi çıkmış dünyaya şöyle bir bakıp kendi kendime, “Aman, baki kalan şu kubbede bir hoş sada imiş uğruna yaşayıp da belki günaha girersiniz(!); o yüzden, erikiklikten hiç vazgeçmeyin, birbirinizle sürekli didişip dalaşın, birbirinizi habire yiyin bitirin…” diyerek insanoğlundan illallah ettiğimi haykırasım geliyor. Şimdi birileri benim bu söylediklerimi çok safça/salakça bir görüş ve anlayış olarak değerlendirebilir; ama ben de böyle bir değerlendirmenin -amiyaneliğinden dolayı özür dileyerek- çok “salakça” ve hatta “malca” bir değerlendirme olduğunu hususen belirtmek istiyorum.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (56)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.