FETÖ ve 15 Temmuz darbe teşebbüsü Türkiye’deki dinî gruplar ve cemaatlerin birçok yönden tartışmaya açılmasına sebep oldu. Ancak bu tartışmalarda çoğunlukla cemaatlerin kurumsal yapıları, faaliyet alanları, teolojik sorunları, özellikle de siyaset ve devletle ilişki tarzları gibi meseleler üzerinde yoğunlaşıldı. Oysa cemaatler söz konusu olduğunda belki her şeyden önce ve daha ziyade insan meselesi üzerinde durmak gerekiyordu. Çünkü cemaat denilen yapı, tıpkı devlet gibi bir hükmî şahsiyet, yani tüzel kişiliktir. Devlet aygıtı nasıl ki insan marifetiyle işlerlik kazanırsa cemaat denen kurumsal yapı da güçlü bir aidiyet duygusu temelinde bu yapıyı oluşturan insanlar vasıtasıyla somut gerçeklik ve işlevsellik kazanır. Bu noktada kişi cemaatin öznesi gibi görünebilir, fakat gerçekte onun nesnesidir. İlginç olan şu ki kişinin bir grup veya cemaate intisabın eşiğinde iradi ve ihtiyari olarak kendi beninden ve öz bilincinden feragat edip bireysel kimliğini grup ve cemaat kimliği içerisinde eritmesi, böylece cemaatin tüzel kişiliğini özne, kendi bireysel kimliğini nesne haline getirmesidir.
***
Din referanslı müesses grup ve cemaat yapılarında kişinin kendi benliği ve bireysel kimliğinden vazgeçmesi temelde “itaat” ve “biat” kavramlarıyla gerekçelendirilir. Burada söz konusu olan itaat hayli eksajere edilmiş bir lahuti anlam takdirinin de etkisiyle gönüllülük esasına göre şekillenir. Daha açıkçası, insanın dikey ilişki düzleminde Allah’a karşı mutlak itaat mükellefiyeti ustalıklı yorumlar ve teolojik süsü verilmiş argümanlar yordamıyla yatay ilişki düzlemine uyarlanarak mürid-mürşid, ümera-teba, karı-koca gibi beşerî kategoriler arasındaki münasebetler de bir şekilde mutlak itaat ilkesine atıfla tanzim edilir. Bu bağlamda “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır”, “Sultan Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir”, “Fâsık da olsa zalim de olsa ulü’l-emre itaatten ayrılmamak gerekir” gibi sözde dinî doktrinler de üretilir. En nihayet kişi cemaate ilk adımı atar atmaz mutlak itaate ikna edilir ki bu safhadan sonra birey, benlik ve öz bilinç gibi unsurlar artık bertaraf olma sürecine girmiş demektir.
İşte bu anlayışın da hatırı sayılır etkisiyle geleneksel İslâmî kültürde, kişinin kendi varlığını gerçek manada birey olarak algılaması ve birey olmanın ayırdına varması pek makbul addedilmez. Ayrıca bizim kültürde birey ve bireysel kimlik cemaatin tüzel kişiliğiyle kıyaslandığında hemen hiçbir önem arz etmez. Önem meselesi bir tarafa, “birey” kavramından veya “birey olmak”tan söz açılır açılmaz, sağdan soldan bir dizi önyargı sökün eder. Ardından Batı, Aydınlanma, kartezyen felsefe, modernizm, modernite gibi kavramlara amatörce atıflar yapılarak birey konusuna gayr-i meşru bir nesep de tayin edilir. Bu safhadan sonra ise şu türden fiyakalı analizlere girişilir: Modernizm ve modernitenin temel özelliklerinden biri ve belki de en önemlisi bireycilik düşüncesine dayanmasıdır. Modernitenin tanımlamasında birey her türlü metafizik, dinî ve ahlâkî ilkenin dışında, kendi ayakları üzerinde duran, aklına sonsuz güveni olan, ilerlemeci, din-dışı, profan bir kişiliktir. Bireyin bu şekilde kutsaldan arındırılarak tanımlanması, onu bir taraftan kutsaldan kopararak Allah’a, diğer taraftan da içinde yaşadığı varlık alemine yabancı hale getirir… vesair.
İslam kültüründe cemaat kuşkusuz önemlidir. Evet, Allah’ın eli (rahmeti, desteği) cemaatin üzerindedir. Evet, Allah’ın ve Rasûlullah’ın sarih buyruklarına göre tefrikadan uzak durmak, birlik ve beraberlik içinde olmak gerekir. Fakat gerek Kur’an’da gerek hadislerde bahsi geçen cemaat, mankurt namzetlerinden müteşekkil insan yığını demek değil, aksine her biri özgür bir fert olduğunu bilen, bireysel kimliğini ve öz bilincini her hâlükârda muhafaza eden insanlardan müteşekkil bir topluluk demektir ki bu sosyolojik yapı gerçekte cemaati değil, sağlıklı bir toplumu işaretler. Somut bir örnek vermek gerekirse, temel İslâmî kaynaklarda zikri geçen cemaat, Hz. Ömer’in, “Şayet devlet idaresinde yanlış bir tasarrufta bulunursam, bana nasıl bir mukabelede bulunursunuz?” mealindeki sözüne, “Böyle bir durumda senin yanlışını kılıçlarımızla düzeltiriz” diye karşılık veren ve bu sözleriyle özgürlük, adalet ve dürüstlük gibi değerlerden ödün vermeyeceklerine de işaret eden özgüven sahibi insanların oluşturduğu bir toplumsal yapıya karşılık gelir.
***
Bugün sağlıklı bir toplum modelinden mahrum oluşumuz, geleneksel cemaat yapılarını toplum zannetmemiz ve/veya mevcut toplum yapısını cemaat haline dönüştürme gayretimizle çok yakından irtibatlı bir sorundur. Sağlıklı toplum modeli cemaatin âlî(!) ve küllî menfaatleri uğruna kendi kişiliklerinden ve bireysel kimliklerinden vazgeçmeyi ve beşerî bir otoriteye körü körüne itaati fazilet zanneden sadık bendelerden değil, özgür bireylerden oluşur. Birey olmak kişinin kendi kararlarını kendisi olarak verebilmesi ve bu kararların sorumluluğunu üstlenebilmesidir. Birey olmak gerçek özne olabilmek, gerektiğinde tek başına ayakta kalabilmek demektir. Birey olmak insanın kendi varlığını bir topluluğun cesametli bünyesinde buharlaştırması değil, o bünye içerisinde kendisi olarak kalması demektir. Birey ve benlik sahibi olmak bencillik, ben-merkezcilik demek değildir. Bu noktada “birey” ile “bireycilik” arasındaki farkı gözden kaçırmamak gerekir. Bir cümlede özetlersek, birey olmak kişinin kendi varlığının bilincinde olma, yani öz bilinç sahibi olma halidir. Bugün cemaatler ekseninde tartıştığımız insan merkezli problemlerin çözüm anahtarı özgür, özgüven ve öz-bilinç sahibi fert ve şahsiyet sahibi olma ihtiyacımızı acilen fark etmemizdir.