Geçen bir sanayici dostumla sohbet ederken, kendisine işlerin, piyasanın nasıl olduğunu sordum. Yanıtı, “yaprak kımıldamıyor” şeklinde oldu. İhracat ile kısmen ayakta durduklarını ama iç piyasanın neredeyse tamamen durduğunu söyledi.
Buna benzer yorumları zaten hem çevrenizde hem de medyada duyuyorsunuzdur. Ülkemiz son yıllarda zaten dış yatırımcılar nezdinde bir güven sorunu yaşıyor. Bu da hem yabancı kaynak girişine engel oluyor hem de mevcut olan para ve yatırımın çıkmasına yol açıyor.
Bu yaz turizm gelirleri ile kısmen nefes aldık. Aynı şekilde konut satışları da son aylarda iyi gitti. Ama önemli olan konut satışı değil, inşaat sektörüdür. Zira ki yan sanayileri besleyen odur. Bunu bir de otomotiv sektörü için söyleyebiliriz. Ayrıca konut satışlarında fiyat ve faizlerin düşük olmasının etkisi var, ki bu da çok uzun sürmeyecektir.
Asıl ciddi sorunumuz işsizlik. Temmuz rakamları ile Türkiye’de işsizlik %13,5’larda. Genç nüfus işsizliği ise %25 civarı. Bunlar çok ama çok yüksek oranlar. Unutmayalım ki işsizlik demek o ülkede daha az harcama, daha az tüketim demek. Tüketimin azlığı da üretim ve servis hizmetlerinin azalmasına yani ekonomik durağanlığa yol açar. Ekonomik durağanlık ise yeni işsizlere. Yani giderek kötüleşen bir sarmal…
Peki bütün bunlar sadece Türkiye ekonomisinin sorunu mu? Hayır, değil. IMF her sene Dünya’da Ekonomik Görünüm (World Economic Outlook) raporu yayınlar. Bunların 2019’daki üçüncüsü geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Raporda 2019 küresel büyüme oranı %3 olarak belirtildi ki bu oran son on yılın en düşük oranı. Ayrıca Dünya’da halen çözüme ulaşmamış bir ticaret savaşları konusu var. Ne zaman, nasıl çözümlenecek, hatta çözümlenecek mi belli değil?
İstediğimiz kadar siyasi sorunlarımız olsun, Türkiye’nin en sıkı ticari ilişkisi Avrupa ülkeleri ile. Avrupa’nın lokomotifi ise Almanya. Almanya’nın 2020’de %1 büyümesi bekleniyor. Yavaşlayan Almanya, yavaşlayan Avrupa demek. Almanya, Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı ülkedir. Oradaki bir sorunun bize olan etkisini görmek için bu bilgi bile yeterlidir.
Avrupa’nın bir diğer sorunu da halen netlik kazanmamış olan Brexit sorunu. Görünen o ki bir anlaşma olmadan Hard-Brexit denen anlaşmasız ayrılma söz konusu olacak. Bu, önce İngiltere’de bir resesyona sonra da Avrupa ekonomisinde yavaşlamaya neden olacaktır. Avrupa ekonomisindeki her olumsuz durum kaçınılmaz olarak Türk ekonomisini olumsuz etkileyecektir.
Bir başka önemli küresel aktör ise Çin. Çin’in büyümesi 2020 için yaklaşık %5-%5,5 olarak tahmin ediliyor. Bu oran biz dahil başka ülkeler için yüksek olsa bile Çin için düşük bir oran. Daha önceki yılda %10’lara kadar büyüyen bir Çin vardı. Dolayısıyla %5 oranı Çin açısından ciddi bir yavaşlama demektir.
Çin ekonomisinin durumunun bize etkisi, Avrupa gibi doğrudan değil, dolaylı olacaktır. Zira Türkiye, Çin’e çok fazla ihracat yapmaz, daha çok Çin’den ithalat yapar. Ancak Çin’in yavaşlaması, bizim ticaret yaptığımız üçüncü ülkeleri yavaşlatacaktır. Bu da bizim için daha düşük hacimli ihracat ve daha az dış gelir demek olacaktır.
Arap ülkeleri ise ikinci bir Arap baharı arifesindeler ve yeniden iç kaşıklık yaşamaları kaçınılmaz gibi duruyor. Lübnan, Irak şimdiden başladı bile. Irak ki Türkiye’nin çok önemli bir dış ticaret ortağıdır. Mısır geçen ay bir karıştı. Hatta diktatörü Sisi’nin New York’a kaçtığı haberleri bile geldi ama şimdilik durulmuş gözüküyor.
Özetlersek ekonomideki karamsar tablo sadece ülkemiz için geçerli değil. Küresel ekonomi de ciddi yavaşlama sinyalleri veriyor. Böyle bir ortamda bizim büyümemiz, mevcut durağanlığı kırmamız çok zor. Zaten ciddi bir güven sorunu yaşamaktayız.
Bizce yapılması gereken bu güven duygusunu yeniden tesisi edecek hukuki, sosyal, siyasi adımları atmak olacaktır. Yeniden para girişi, yabancı sermaye girişi sağlamaya başlayan bir Türkiye çok daha rahatlayacak, en azından küresel sıkışıklığı en az zararla atlatabilecektir.
Aksi halde maalesef ekonomik olarak bizleri çok zor günler bekliyor.