Korona virüsü salgını -biraz yavaşlama alametleri gösterse de- devam ediyor. Tabii ki ilk hedef salgını tamamen kontrol altına alıp, can kayıplarını azaltmak, en sonunda da sıfırlamak.
Salgın küçük esnaftan, büyük sanayiye, günlük servis sektörüne kadar her kesimi ciddi şekilde vurmuş durumda. Neredeyse tüm işyerleri kapalı. Bunların çalışanları da şimdilik ya evden çalışıyorlar ya da ücretsiz izindeler.
Bu, uzun süre sürdürülemeyecek bir durum. Zaten o yüzden hükümet çeşitli teşvik paketleri ile tüm kesimleri rahatlatmaya çalışıyor. Sadece bununla da kalınmayıp ihtiyacı olanlara doğrudan maddi yardımlar yapılıyor. Bunların hepsi çok olumlu, hatta devamını beklediğimiz adımlar.
Salgının en geç Mayıs-Haziran aylarında Türkiye’de ve Dünya’da kontrol altına alınması bekleniyor. Bu tarihten itibaren hem iş hem de toplum hayatı normale dönecektir. Zaten açıklanan bir çok destek tedbiri, borç ertelemesi, işten çıkarma yasağı da üç ay olarak planlanmış durumda.
Ancak şu da var ki iş hayatı yeniden faaliyete geçtiğinde, çalışanlar işbaşı yaptığında sorunlar hemen çözülmeyecek. Zira aylarca çalışmamış olan işletmelerin belli bir ciroya, nakde, hacme erişmeleri zaman alacak. Ertelenmiş borçların ödenmesi gerekecek. Dolasıyla iktisadi hayatın rahatlaması en az altı ay daha zaman alacak. Bu da 2020 yılının sonuna tekabül ediyor. Bu yıl için kayıp diyebiliriz.
Büyük şirketlerin sipariş ve üretim kayıplarını telafi etmeleri, bunların bilançolara yansıması 2021’in sonunu bulacaktır. Bu da şirketlerin hem uluslararası piyasalarda hem de kote oldukları borsalardaki değer ve kredibilitelerini etkileyecektir.
Virüs sonrası bizce dikkatle takip edilmesi gereken husus da insanların alışkanlıklarının değişip değişmeyeceği. Günledir evde oturan, kafeye, sinemaya gitmeyen insanlar yasaklar kalktıktan sonra eski alışkanlıklarına dönecekler mi, yoksa salgının getirdiği bir çekingenlik, eski alışkanlıklardan uzaklaşma olacak mı? Daha net söyleyelim; insanların tüketim, harcama kalıpları değişecek mi?
Salgındaki zor günleri unutmayacak olan insanlar, bu deneyimden hareketle daha az para harcayan, daha çok biriktiren, eskiden yaptığı harcamaların bir kısmını artık yapmayan kişilere dönüşecekler mi? Salgının ikinci bir dalga yapacağı söyleniyor. Bu dedikoduya inanıp kendini mümkün mertebe sosyal hayattan uzak tutacak insanlar olacak mı?
Birçok işin evden, dijital ortamdan, daha az personelle yapılabildiğini gören şirketler, bundan hareketle personel azaltmaya başlayacak mı? Internet üzerinden satışın salgından sonra da devam etmesi hatta artması, mağazacılık, perakende sektörüne nasıl etki edecektir?
Yazı boyunca hep soru sorduk, fakındayız ama bu soruların cevaplarını kimse net olarak bilemiyor. Yaşayıp, göreceğiz. Ayrıca cevaplar ülkeden ülkeye değişecektir. İyimser, kötümsek birçok senaryo etrafta dolaşıyor. 97 yaşındaki ABD eski dışişleri bakanı Henry Kissenger bile virüs sonrası Dünya ile ilgili makale yazdı. (Wall Street Journal, 3 Nisan 2020)
Görüştüğümüz bazı üst düzey özel sektör yöneticileri ise özellikle işsizliğin sorun olmayacağını belirttiler. Az sayıda personelle işlerin yapılabilmesinin salgın günlerine mahsus olduğunu, normal zamanlarda bu kadar iş yükünün az sayıda çalışana yıkılamayacağını karamsarlığa gerek olmadığını söylediler. Dolayısı ile işe yarayan, yetişmiş insanlara her zaman çalışma imkanları olacak. Bizce de mantıklı bir söylem.
Bir de tabii ki her daim etkilendiğimiz Dünya ekonomisi var. Orada da işler çok yolunda değil. Zira virüs oraları da vurmuş durumda. ABD’de işsizlik maaşına başvuru sayısı altı milyon ile rekor kırdı. Fransa, İtalya, İspanya halen sokağa çıkma yasağı altındalar. Durumları Türkiye’den daha beter.
Virüs günleri bittikten sonra da petrol fiyatı savaşı, ABD-Çin ticaret gerilimi, talep azalması ve buna bağlı üretim yavaşlaması gibi sorunlarımıza geri döneceğiz.
Salgından Çin’in sorumlu tutulacağı, zararın tazminat olarak Çin’den isteneceği gibi iddialar var. Özellikle ABD menşeili bu iddiaların gerçeğe dönüşmesi bir başka siyasi gerilimi Dünya sahnesine çıkaracaktır. Bunu konuşmak için henüz erken.
Başka bir yazının konusu ama para basılması çözümü ve bunun getireceği enflasyon artık açıkça dile getiriliyor. Böyle zamanlarda piyasaların likiditeye boğularak rahatlatılması bir yöntem olarak düşünülüyor. Hem artıları hem de eksileri olan bir hareket olacaktır. Ülkemizin bir de döviz kuru sorunu var ki kontrolden çıkarsa başımızı çok ağrıtır.