Kuzey komşumuz Rusya son üç yüz yıllık tarihimiz boyunca dış siyaset gündemimizi en çok meşgul eden ülkelerden birisi olmuştur.
Önce Çarlık Rusya’sı ile rakip hatta düşmandık. Özellikle Balkanlar’da Rusya’nın başını çektiği Panslavizm akımı hem Osmanlı’nın toprak kaybetmesine hem de insan kayıplarına ve kitlesel göçlere yol açmıştı.
Rus ordusu ile Osmanlı ordusu birçok defa karşı karşıya gelmiş ancak bunların ezici çoğunluğu Rus ordusunun zaferi ile sonuçlanmıştı. Prut bataklığında sonuçsuz kalan bir muharebe ve birkaç harekât dışında Rusya’ya karşı askeri bir üstünlük kuramadık. Bu gerilim iki yüz yıl boyunca askeri-siyasi olarak devam etti.
Her ne kadar rakip olsalar da iki devletin akıbetleri benzer olmuştur. 1917’de Çarlık Rusya yıkılmış yerine SSCB kurulmuş, ardından 1923’te de Osmanlı tarihe karışmış ve Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Birbirlerine düşman iki hanedan Romanovlar ve Osmanoğulları iktidarlarını kaybettiler.
1930’larda nispeten dostça gelişen ilişkiler, ikinci dünya savaşı sonucu yine gerildi. Soğuk savaş döneminde Türkiye batı bloğunda, SSCB ise doğu bloğunda idiler. SSCB zaten bu bloğun lideri idi. Bu dönemde bir savaş olmadı. Zira soğuk savaş aynı zamanda soğuk barıştı. Dünya, ABD ve SSCB arasında adeta pay edilmiş, herkes kendi bölgesinde borusunu öttürüyordu.
1991’de SSCB’nin yıkılması ile Rusya ilişkilerimizde üçüncü bir döneme girdik. Yeni kurulan Rusya Federasyonu ile Türkiye’nin ilişkileri birçok anlamda gelişti, halen de gelişiyor. Özellikle enerji alanında Mavi Akım, Türk Akımı gibi projeleri bunun başında sayabiliriz. Ülkemizde bazı banka ve büyük şirketlerin Rus ortakları var vs.
Son birkaç senedir ise Rusya ile olan bağlarımız ticari olmanın ötesine geçti ve neredeyse stratejik bir ortaklığa doğru yol almaya başladı.
Türkiye’nin ABD ve Avrupa Birliği ile giderek daha sorunlu bir döneme girmesi, S-400 alımı, Türkiye’nin ABD tarafından yaptırım hatta ambargo ile tehdit edilmesi, ister istemez Rusya ile bir yakınlaşmaya yol açtı. O kadar ki, bazı batılı yayın organlarında Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması gerektiğini yazan uzmanlar bile oldu.
Fakat Suriye ve Libya satrancında bu sefer Rusya ile de karşı karşıya gelmeye başladık. Bu ülkelerdeki iç savaşta karşıt tarafları destekliyoruz. Özellikle Suriye, bize sınırı olması ve milyonlarca mültecinin ülkemize akmasına yol açacak olması nedeniyle çok daha ciddi bir sorun.
Geçen hafta İdlib’te rejim güçleri Türk ordusuna saldırdı. Bu saldırının Rusya’nın izni olmadan yapılmış olması zor bir ihtimal. Saldırıdan birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya’nın hasmı Ukrayna’ya bir ziyarette bulunmuştu. Bu iki olayın zamanlaması manidar.
Bu noktadan sonra ne olur? Bunu öngörmek şu an için zor. Dün akşam ABD’nin Suriye temsilcisi Ankara’daydı, yetkililerle görüştü. Görüşmelerden sonra yaptığı basın toplantısında Türkçe konuştu ve NATO müttefikimiz Türkiye’nin başı sağ olsun diyerek ABD’nin Türkiye’ye olan desteğini vurguladı. NATO Genel Sekreteri de Türkiye’nin yanında olduklarını belirtti.
Bu satırlar kaleme alınırken Cumhurbaşkanı Erdoğan bir açıklama yaparak Rusya-Türkiye ilişkilerinin bozulmayacağını ve Suriye konusundaki mutabakatlara uyulacağını belirtti.
Görünen o ki ABD, Esad’ın gitmesini ve Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki ağırlığının zayıflamasını istiyor. AB ise mülteci akınına karşı tampon olarak gördüğü için Türkiye’yi -biraz da mecburen- kolluyor.
Rusya ise sadece Esad’ı iktidarda tutacağım diye ABD ve AB’den sonra Türkiye’yi de karşısına almayı göz alır mı? Öte yandan Batı ile iyice karşı karşıya gelme riski var. O Rusya ki zaten kısmen Batı’nın yaptırımları altında. Ve hafızasında bir Afganistan travması var.
Türkiye-Rusya ilişkileri bakalım nasıl bir yola evrilecek. Tarihte her zaman olduğu gibi zor ve maliyetli olacağı kesin. Batı ve Rusya arasındaki bilek güreşinde işimiz zor. Hamaset ve duygu ile değil, akılla ve soğukkanlılıkla hareket etmeliyiz.