1980’lerin neo-liberal heyecanlarının en önemli sloganlarından birisi şuydu: Paranın milliyeti yoktur. Bu gerçekten de öyleydi o zamanlar. Para sınırların ötesinde rahatlıkla hareket edebiliyor, istediği ülkeye girip çıkabiliyordu.
Bir ülkede -Türkiye de dahil- ne zaman bir özelleştirme olsa alıcı şirketin hangi ülkeden olduğuna bakmak büyük ayıp sayılıyordu. Neden? Çünkü paranın milliyeti yoktu. Para, uluslar hatta devletler üstü idi.
Ancak geçen hafta da bahsettiğimiz gibi son yıllardaki “yaptırım” modasından en çok etkilenen unsurlardan birisi de paranın milliyeti kavramı oldu. Kapitalizmin vadettiği o uluslar üstü para serbestisi çok net bir şekilde bitti.
Şimdilerde ise 'paranın ülkesi' konuşulur oldu. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşından sonra Rus oligarkların başına gelenler bunu doğrular nitelikte. Bir millete ait para ve varlıklar bazı ülkelerde yasaklanır hatta el konulurken başka ülkelerde ise davet edilir oldu.
Bu davetkar ülkelerin içinde Türkiye de var. Birçok bankamızda Rus kökenli kişilerin hesap açmaya başlaması bu beklenen para hareketinin ciddi ciddi düşünüldüğünü göstermekte.
Ünlü oligark, Chelsea’nin de sahibi Abramovich’in iki yatının Bodrum ve Marmaris’e demirlemesinin bir anlamı var. Türkiye’nin deyimin hem mecazi hem de gerçek anlamı ile güvenli liman olduğu…
Tabii ki ülkemizin NATO ve ABD’den yaptırımlara uyması için ciddi baskılar göreceği bir gerçek. Türkiye bu baskılara ne kadar dayanabilir? İleride yaptırımları uygular mı ya da kısmen mi uygular? Bunlar belirsiz. Yılların tarafsızı İsviçre bile yaptırım kararlarına uymak zorunda kaldı.
Şu da bir gerçek ki yaptırım furyasından kaçmaya çalışan para ve varlıkların yegâne güvenli limanları Türkiye olmayacaktır. Dubai, Katar, Kuveyt ve birçok körfez ülkesi bu servete göz dikmiş durumda. Hatta Dubai’ye daha şimdiden “hazine sandığı” denmeye başlandı bile.
İngiltere bu oligarkların ve varlıklarının adeta kalesi durumunda idi. Kime ait olduğu bilinmeyen evler, şirketler üzerine kayıtlı malikaneler ve Londra’ya yerleşmiş orada yaşayan yüzlerce Rus oligark… Bunlar Rusya’nın sermaye diasporasının adeta sembolü haline gelmişlerdi. O kadar ki Londra’ya Londongrad dahi denmekte idi.
Buna benzer bir gelişme Antalya’da yaşanmaya başladı. Rus kökenli kişilerin sürekli ev aldıkları ve kiraladıkları görülüyor. Bunlar olumlu gelişmeler ama sürekliliği ve kalıcılığından emin değiliz.
Ancak kazın ayağı bu kadar değil. Zira tüm Rus oligarklar Putin’den taraf değil. Bu yüzden bazıları yaptırımlardan kurtuldular. Putin de onlara cephe aldı. Hatta onları “Miami’de veya Fransız rivierasında villaları olan, kaz ciğeri, istiridye yiyen sözde cinsiyet özgürlüklerinden vazgeçmeyen vatan hainleri” olarak niteledi.
Dolayısı ile 'paranın ülkesi' kavramı giderek yerleşiyor ve sertleşiyor. Parayı istenen ülkeye getirmeyenler hain damgası yemeye başladılar bile. Olaylar henüz adam kaçırma, suikast, ortadan kaybolma derecesine gelmedi ama Rusya’nın bu konudaki siciline bakarsak Putin’in neler yapabileceğini düşünmek zor değil.
İşin hiç kuşkusuz kültürel bir boyutu da var. Bu insanların bir kısmı eski SSCB döneminde çok baskıcı ve çok mütevazi şartlarda yaşadılar. Şimdi ise dünyanın en ileri memleketlerinde yaşıyorlar. Çocukları en iyi okullara gidiyor, ailece en güzel yerlerde tatil yapıyorlar. Uzay turisti olan bile var içlerinde. Ve bu insanlar şimdi yeniden otoriter bir devlet cenderesinin altında yaşamak istemiyorlar.
Ülkemiz son 10 yılda içine düştüğü siyasi ve sosyal çalkantılardan ötürü yabancı hatta yerli sermayeyi bile kaçırmış durumda. Ancak son savaş ile bazı derslerin çıkarıldığını görüyoruz. Bunlar olumlu gelişmeler. Tarafsızlık politikası ve hamasi çıkışlardan uzak durmak bizlere puan kazandırıyor.
Bunu bir de içeride hukukun üstünlüğü, kurumların bağımsızlığı ve tarafsızlığı gibi meziyetlerle de süsleyebilirsek Türkiye’nin yeniden yükselişe geçmesine hepimiz şahit oluruz.
Ancak sürekli kural ve siyaset değiştirme kolaycılığına kaçılırsa maalesef bu fırsat da kaçmış olacaktır. Dileriz ki öyle olmaz.