Son zamanlarda basında belediye başkanlarının kendi aile üyelerini, yakın akrabalarını çeşitli mevkilere tayin ettiklerini okuyoruz. Bu durum aslında yeni bir durum değil. Eskiden beridir bu konu hep gündemimizde olmuştur. Üstelik hem iktidar hem de muhalefet partileri kanadından bu tarz haberler geliyor.
Nepotizm nedir? Kısa bir tanımla söylersek akrabaları kayırmak, onlara haksız mevki ve menfaat sağlamak. Latince “yeğen” anlamına gelen nepos kelimesinden türüyor.
2019 yerel seçimlerinden sonra giderek artan sıkılıkla nepotizm örneklerini görüyoruz. Yeğenini, kardeşini, damadını, diğer akrabalarını önemli mevkilere tayin eden belediye başkanları hemen hemen her partiden, haber olmaya başladı. Bunun üzerine CHP meclise bir “Siyasi Etik Kanunu” teklif etti.
Bu tarz girişimler başlangıç için önemlidir. Kanun, cumhurbaşkanından, belediye başkanlarına, müsteşarlara kadar kamu görevlilerinin hangi görevleri eş zamanlı olarak alabileceklerini ya da alamayacaklarını belirliyor. Bu mevkilerdekilerin yakınları ile olan iş ilişkilerini vs düzenliyor. Hiç kuşkusuz bu teklife çeşitli eklemeler, düzeltmeler yapılabilir. İsteriz ki tüm partilerin katılımı ile kanunlaşır.
ABD ve Avrupa’da da benzer uygulamalar vardır. Örneğin ABD’de milletvekili ve senatörler 100$ üzeri hediye kabul edemezler. Başkanlar Beyaz Saray’da verdikleri resmi olmayan davetlerin masrafını kendi maaşlarından karşılarlar.
Avrupa ülkelerinde de birçok defa en basitinden partisinin verdiği kredi kartını özel işine kullandığı için, sonradan o harcamayı kendisi ödese bile, istifa eden siyasetçiler oldu.
Ayrıca sadece siyasi etik kanunu ile bu nepotizm ve yolsuzlukla
mücadele edilemez. Bizce bir önemli kusur da siyasi partiler kanunu’dur. Genel başkana, partilerin genel merkezine aşırı yetkiler yükleyen bir kanunumuz var. Delege sistemi ile parti üyelerinin, halkın aday belirleme süreci çok kısıtlanmış durumda. Bu da siyasi partilerin aday gösterirken ya da çeşitli kurulları oluştururken halka hesap verebilirliğini azaltıyor. Daha doğrusu böyle bir ihtiyaç kalmıyor.
Genel merkez bir şahsı belediye başkanı olarak tayin ederken, beraber çalışacağı bazı kişileri de dikte ediyor. Adayın da bu durumda o kişilere itiraz etme şansı kalmıyor, çünkü adaylığı tehlikeye girebilir. Tipik bir halka hesap verme zorunluluğunun olmaması örneği.
Bir ülkede siyaset çürüdüğü zaman halk da toplum da çürür. Biraz da biz yolumuzu bulalım kafası, biraz da bizim hırsızlar çalsın yaklaşımı alır başını gider. Bir zamanlar ülkenin başbakanının “benim memurum işini bilir” deyip de rüşveti adeta olağan hale getirmeye çalıştığı bir ülkeyiz. Belli bir yaşın üzerindeki okurlarımız hatırlarlar. Aynı sözü eden başbakan, eşini partisinin İstanbul İl başkanı, iki kardeşini de milletvekili yapmıştı.
Biz burada sadece örnek olarak bir dönemi verdik. Yoksa tarihimiz, Osmanlı dönemi de dahil, bu tarz örneklerle doludur. Yolsuzluğu, nepotizmi yapanlar kadar onlara oy verip, onları o mevkilerde tutanlar da sorumludur. Yani bizler…
Vatandaş olarak -siyasi görüşümüz ne olursa olsun- yolsuzluk ve nepotizm konularında her zaman tepkili olmamız gereklidir. Sonuçta ister milletvekili olsun isterse belediye başkanı, o görevlileri o görevlere bizler, bizlere hizmet etsinler diye seçiyoruz. Siyaset halkın egemenlik hakkını kullanma aracıdır, birilerini zengin etme aracı değil. O seçilenler bizlerin üstü değildir.
Yukarıda bahsettiğimiz çürüme topluma iyice yayıldığında -ki maalesef Türkiye’miz o durumda- bu sefer de dürüstlük, doğruluk, hak yememek gibi kavramlar hor görülmeye, alay edilmeye başlanır. Hırsızlar, ahlaksızlar saygı görür.
İşte bu yüzden bu tarz konularla mücadele sadece kanunla olmaz. Yapanın yanına kar kalmayan bir Türkiye için vatandaşlar olarak her daim tepkimizi dile getirmeli ve bu konuya siyasi partiler üstü bakmalıyız.
Yazımıza Kuvayı Milliye kahramanı ve cumhuriyetin ilk yıllarının ünlü devlet adamı, hukukçu Mahmut Esat Bozkurt’un bir sözü ile son verelim: “Devlet adamları fakir ölmelidirler ki, idare ettikleri milletler zengin ve mesut olsunlar. Devlet adamları cep doldurmaya kalkarlarsa millet, fakir, bedbaht olur, dava hezimete uğrar.”