1991’de SSCB’nin yıkılması ile neo-liberal çağın altın dönemi yaşanmaya başlamıştı. Bu çağın en önemli sloganlarından birisi de “karşılıklı bağımlılık” sloganı idi. Kapitalizm gitti her yere bolluk, bereket ve barış getirecekti.
Bu iddiaya göre artık ülkelerin, blokların birbirlerine tahakküm kurma ve yegâne ekonomik güç olma dönemi bitmişti. Piyasa ekonomisini uygulayan bütün ülkelerin karşılıklı müşteri, tedarikçi, ortak, alıcı, satıcı vs. olarak bağı vardı. Artık bu ülkeler hep dost kalacak, ticaret yapacak ve ister istemez bir daha asla savaşmayacaklardı. Tarihin sonu gelmiş, artık bu neo-liberal ütopyada herkes mutlu olacak ve barış içinde yaşayacaktı.
Hatta bununla ilgili bir teori bile ortaya atılmıştı. Mc Donald’s teorisi...
Buna göre Mc Donald’s restoranı olan iki ülke birbirleri ile asla savaşmamıştı, savaşmazdı. Ancak 1999’da Belgrad’ın NATO tarafından bombalanması, 2008’de Rusya-Gürcistan savaşı ve şimdi de Rusya-Ukrayna savaşı ile bu teori çöp oldu.
Özellikle yaşamakta olduğumuz son savaş bu karşılıklı bağımlılığı sarsmakla kalmadı tam tersi bunun aslında ne kadar riskli bir durum olabileceğini düşündürmeye başladı. Önce pandemi, sonra savaş ve ardından savaşla birlikte Rusya’ya uygulanan yaptırımlar, bu bağımlılığı bitiriyor.
Daha teknik bir ifade ile söylersek, ülkelerin tedarik zincirleri kırılıyor. Enerji başta olmak üzere Rusya ile birçok ülkenin karşılıklı tedarik ve satış işlemleri azalıyor. Şu an için idare edilebilir seviyede görünse de önümüzdeki süreçte bazı ürünlerin ve hatta gıda maddelerinin kıtlığı yaşanabilir. Enflasyon küresel bazda şimdiden ciddi şekilde yükselmiş durumda.
Uluslar arası şirketlerden, devlet yönetimlerine kadar bir çok kurum bu noktaya kafa yormakta. Özellikle Rusya ile yaşanan savaşı ele alırsak Rusya’nın otomotiv endüstrisinden, cep telefonlarına, bilgisayarlardan, sağlık sektörüne kadar bir çok alanda Dünya’ya sağladığı hammadde tedariki var.
Platin, nikel, altın, seramik, doğal gaz, petrol ve daha bir çok önemli hammadde ve enerji ürünü Dünya sanayisine Rusya tarafından sağlanıyor. Bu kalemlerin bazılarında Rusya’nın katkısı yüzde kırk beşler seviyesinde.
Bir başka sorun daha var… Bu maddelerin bazılarının Rusya’dan sonraki ikinci büyük tedarikçisi ise Çin. Şu an için tarafsız görünse de onun da Batı bloğu ile arası limoni. Daha önce çip krizi ile ilgili yazımızda bahsetmiştik, o krizde Çin’in de dahli var. Dolayısı ile tedarik zincirinde Çin’in tutumu şu an için olumsuz olmasa da orta-uzun vadede net değil. Rusya’nın tarafını tutan açıklamalar yaptı ve Tayvan’a olası bir askeri müdahale ihtimali bile konuşuluyor. Çin’in Batı’ya karşı tutumunun sertleşmesi tedarik sıkıntısını daha da zor hale getirir.
Bizi de çok ilgilendiren enerji tedariki aşamasında ise farklı gelişmeler yaşanıyor. Almanya başta olmak üzere bir çok Avrupa ülkesi Rus doğalgazına ciddi oranda bağımlı. Sadece bundan ötürü doğal gaz alımında sorun çıkmaması için bazı Rus bankaları bankacılıkla ilgili yaptırımların dışında bırakıldı.
Ancak Batı, biraz da Amerika’nın baskısı ile, Rus doğal gazına alternatif aramaya başladı bile. O kadar ki aralarının son derece bozuk olduğu İran, Venezuela gibi ülkelerle bile görüşmekteler. Bu noktada ülkemizin coğrafi konumu önem arz etmeye başladı. Zira İran, İsrail gibi ülkelerin rezervlerinin, Doğu Akdeniz’de ileride çıkacak doğal gazın Avrupa’ya iletimi için ülkemiz kritik bir noktada bulunuyor.
Son haftalarda İsrail Cumhurbaşkanı’ndan, Yunanistan, Almanya Başbakanı’na kadar bir çok üst düzey ismin Ankara’ya yaptıkları ziyarete bu gözle bakmak lazım.
Yazının başında bahsettiğimiz kapitalist barış ütopyası bitmişe benziyor. Belki de hiç yoktu ve insanlar birbirini kandırmıştı. Ama gerçek şu ki yıkılanın yerini neyin alacağı halen net değil. Dileriz ki belirsizlik uzun sürmez, zira sosyo-ekonomik maliyeti tüm gezegen için çok ağır olur.