Hatırlarsınız, ABD 2018 yılının Ekim ayında İran’a yaptırım kararı almış ve bu ülkeden birçok ürünün alımına yasak getirmişti. Bunların başında da tabii ki petrol alımı var. Ancak petrolde ABD bir muafiyet kararı getirmiş ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu sekiz ülkeyi belli bir süre için bu yaptırımlardan muaf tutmuştu.
ABD, nisan ayı sonunda bu muafiyetlerin kaldırılacağını açıkladı. Dolayısı ile Türkiye, İran’dan petrol tedariki olan günlük yaklaşık 60 bin varil petrole bir alternatif bulmak zorunda kalacak.
Türkiye’nin dışında Çin’in günde 360 bin varil, Hindistan’ın 300 bin varil, Güney Kore’nin de 200 bin varil kadar yeni kaynak bulmaları gerekecek. Dünya’da şu anda Libya, Venezuela ve Nijerya’da petrol üretiminde sıkıntılar var. Bu da talebin arzdan fazlalaşması ve dolayısı ile petrol fiyatlarının artması ve buna bağlı olarak çeşitli ekonomik sorunların tetiklenmesi anlamına geliyor.
OPEC ülkelerinden Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri bu durumda petrol arzını artırarak Dünya genelinde bir aşırı fiyat artışına hatta olası bir petrol sıkıntısına engel olabilirler. Haziran ayında yapılacak olan OPEC toplantısında buna dair bir karar alınacağı düşünülüyor. OPEC üyesi olmamasına rağmen petrol üreticisi Rusya da bu görüşe yakındır. Tabii ki OPEC’in böyle bir karar alması ABD ile o ülkelerin arasını da açabilir, bunu şu an için öngörmek zor. ABD etkisinin çok fazla olduğu Suudi Arabistan ve BAE’nin de ABD’ye ne kadar direnebileceği de muğlak.
Ancak konu sadece bir arz-talep ve buna bağlı petrol fiyatı meselesi değil. Yukarıda bahsettiğimiz Çin ve Hindistan’ın ve diğer ülkelerin (Türkiye, Güney Kore, Tayvan) bu muafiyetlerin kaldırılmasına vereceği siyasi tepkiler çok belirleyici olacak. Zira ABD’nin İsrail ile beraber İran’ı yalnız bırakma politikasının üçüncü ülkelerle ABD arasında gerilime yol açması giderek kaçınılmaz görünüyor.
Şu ana kadar Türkiye ve Çin, İran konusunda nispeten tarafsız ya da düşük profilli kalma politikası izlediler. Rusya ise Suriye konusunda da olduğu gibi çok daha İran tarafı bir tutum aldı. AB ülkeleri de aynı şekilde İran ile 2015’te yapılan nükleer anlaşmanın devamından yanalar. Hatta AB, İran ile ticarette ABD’nin swift engeline takılmamak için INSTEX adlı kendi ödeme sistemini dahi kurdu.
Daha önce de bu köşede, enerji kaynaklarının (petrol, doğal gaz) ve o kaynakların ticaretinde kullanılan finansal kaynakların (euro-dolar-altın) Dünya’daki finans-politik gerilimlerin en önemli nedeni olduğundan bahsetmiştik. Nükleer anlaşma temelinde İran’ın petrolü euro ile de satmayı kabul etmesinin ve kısmen satmasının bu gerilimde etkisi olduğunu düşünüyoruz.
Bu satırlar kaleme alındığında haber kanallarında İran’ın da ABD’nin yatırımlarına karşın nükleer anlaşma ile kendisine düşen yükümlülüklerin bir kısmını 60 gün sonra yerine getirmeyi bırakacağını ilan ettiği haberleri veriliyordu. ABD ise buna yanıt olarak Basra Körfezi’ne bir uçak gemisi ve Irak’a da B-52 bombardıman uçağı filosu göndereceğini açıkladı. Anlaşılan o ki İran krizinde başa dönülüyor.
Suriye’de 8 yıldır süren iç savaş ve bunun Türkiye de dahil Dünya’nın önde gelen ülkeleri arasında yarattığı gerginlik, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz arama gerginliği ve şimdi bir de yeniden canlanan İran gelirimi.
Türkiye ilk iki konuya doğrudan, üçüncüsüne ise dolaylı olarak dahildir. Görünen o ki bölgemizde önümüzdeki aylarda hatta yıllarda yaşanacak ekonomik-politik gerilimler Türkiye’yi hem çok zorlayacak hem de bazı ağır kararlar almasını gerektirecek.
Böyle bir ortamda Türkiye bir an önce iç siyasette istikrarını sağlayıp, giderek ağırlaşan ekonomik sorunlarına dair istikrarlı bir programı uygulamaya koymalıdır. Ancak son günlerde yaşadığımız olaylar ise tam tersi yöndedir, maalesef.