Aralık ayında Kanada'nın Vancouver kentinde dünyaca ünlü Çin teknoloji ve telekomünikasyon şirketi Huawei'nin CFO'su Meng Wanzhou göz altına alındı. Meng aynı zamanda firmanın kurucusu olan Ren Zhengfei'nin de kızı. Bu göz altı son derece kritik. Resmi suçlama Huawei’in Hong Kong merkezli Skycom ve bazı başka şirketlerle olan ilişkileri hakkında ABD resmi kurumlarına yanlış bilgi verdiği şeklinde. Ancak kazın ayağı o kadar ucuz değil. Bu tutuklamanın altında siyasetten, istihbarata, istihbarattan olası bir siber savaşa kadar iddialar var.
Önce isterseniz Huawei şirketini kısaca bir tanıyalım. Şirket, 1987’de Çin Ordusu’ndan emekli bir subay olan Ren Zhengfei tarafından kuruldu. Faaliyet alanı ise iletişim ağları, telekomünikasyon araçları üretmekti. İlk başta sıradan yerel bir firma olan Huawei zamanla büyüyerek önce Çin’de sonra da Dünya’da dev bir teknoloji şirketine dönüştü. Ürün gamı da buna paralel daha da genişleyerek cep telefonları, tablet bilgisayarlar, internet ve ağ güvenliği gibi alanlara da yayıldı. Bugün Huawei firması Türkiye de dahil birçok ülkede cep telefonu servis sağlayıcılarının alt yapılarını kurmakta ve desteğini vermektedir.
Aralık ayındaki tutuklamayı ilginç yapan nokta, bu şirketin hizmetleri ve ABD’nin bu hizmetler yüzünden şirkete yönelttiği suçlamalardan oluşması. ABD, Huawei şirketinin cep telefonları ağı ile casusluk yaptığını, ABD’nin ulusal güvenliğine zarar veren uygulamalar geliştirdiğini iddia ediyor. Zaten Vancouver havaalanında Wanzhou’yu her ne kadar Kanada polisi gözaltına almış olsa da sorgulamaya ABD’li güvenlik yetkilileri de katıldı.
ABD derin devleti bir süredir Huawei başta olmak üzere Çin’in teknoloji firmalarına savaş açmış durumda. Pentagon ve NSA’un hazırladığı raporlar doğrultusundan Huawei, ZTE gibi çinli firmalar ABD’nin devlet altyapısındaki tüm teknolojik işlerden çıkarıldılar. Bu yetmemiş olacak ki çinli bir firmanın CFO’sunu üstelik ABD dışındaki bir ülkede tutuklattıracak kadar ileri gittiler. Çin buna sadece şu an diplomatik tepki vermekle ve Kanada’dan büyükelçisini geri çekmekle yanıt verdi. Hemen belirtelim bu olayda Rusya da Çin’e destek verdi.
Bu noktada aradaki gerilimi daha net görebilmek için ABD ve Çin’in ayrı ayrı son 50 yıllık hikayelerini bir incelememiz lazım. ABD, 2. Dünya Savaşı öncesine kadar nispeten içine kapanmış bir güç iken savaş sonrası dünya sahnesine bir süper güç olarak çıkmıştır. 1971’den itibaren ise karşılıksız dolar basma gücüne kavuşarak, kendi para birimini Dünya’nın rezerv parası haline getirmiş ve bu da kendisine müthiş bir avantaj sağlamıştır. 1991’de SSCB’nin de yıkılmasından sonra nerede ise Dünya’nın tek gücü olmuştur. Taa ki Çin yeniden sahneye çıkana kadar.
Çin ise Mao’nun 1949’daki kızıl devrimine kadar yarı sömürge-feodal bir ülke idi. Mao döneminde toparlanmaya başlayan, 1964’te kendi yapımı atom bombasını deneyen Çin, 1979’da Deng Xiapoing’in başa geçmesi ile “kai fang” denen bir dışa açılma politikası ortaya koydu. Kraliçe II. Elizabeth, ABD Başkanları Nixon ve Carter’ın da destek verdiği bu açılımla Çin hızla dünya sahnesine ekonomik bir güç haline geldi. Önce ucuz iş gücü ülkesi, ardından yatırım alan ülke, sonra kendi teknolojisini, ArGe’sini üreten ülke ve en sonunda da dışarı yatırım yapan ülke olmuştur. Tüm bunlara bu ekonomik gücün beraberinde getirdiği askeri ve teknolojik ilerlemeleri de ekleyelim.
Özetlersek Çin, bugünkü Dünya’da ABD’nin en güçlü rakibidir. Elbette Rusya’da önemli bir güçtür ama ekonomisi büyük ölçüde petrol ve doğal gaz ihracatına bağlıdır ve petrol-doğalgaz fiyatlarına karşı çok hassas bir durumdadır.
Bu üç gücün birbirleri ile askeri bir savaşa girmeleri en uzak olasılıktır ve ellerindeki nükleer güce bakarsak da bir yerde imkansızdır. Margaret Thatcher’ın dediği gibi nükleer silahlar dünya’da barışın teminatı durumdadır. Ancak bu durum, “proxy war” diye adlandırılan taşeron savaşlara engel değildir. Artık ülkeler birbirleri ile terör örgütleri, sivil toplum ayaklanmaları, teknolojik casusluk ve engelleme ve siber saldırılarla savaşmaktadır. Huawei CFO’sunun tutuklanması da sıradan bir vaka’i adiye değil bu tarz bir teknolojik savaşın sonucudur. Teknolojik, siber saldırılar artık çağımızın en güçlü saldırı araçlarıdır. Ülkemizde 31 Mart 2015 günü yaşanan kitlesel elektrik kesintilerini hatırlayalım. Bu olay kesinlikle teknik bir arıza değil açıkça bir siber saldırı idi.
Özellikle telekomünikasyon alanında yaşanan baş döndürücü ilerlemeler bu alandaki savaşı çok daha yıkıcı hale getiriyor. Karşılıklı açılan patent davaları, milyar dolarlara varan para cezaları, birçok ünlü teknoloji firmasının batması ya da gerilemesi bu alandaki savaşın yıkıcılığına dair en bariz örnekler. Hatırlarsınız yakın zamana kadar Facebook uygulaması ya da Microsoft firması için de bu tarz casusluk iddiaları gündeme gelmişti. Donald Trump’un başkan seçildiği günden bu yana ardı arkası kesilmeyen rus hackerler ABD seçimlerine müdahale etti iddiaları bu tarz saldırıların siyasete de sirayet ettiğini gösteriyor.
Çin adım adım güçlenerek artık “Made in China 2025” projesini gerçekleştirmeye doğru gidiyor.
Görünen o ki önümüzdeki dönemde bu tarz haberlere ve gerilimlere daha çok şahit olacağız. Küreselleşme, serbest piyasa, girişimcilik, yeni dünya düzeni vs. bu kavramlar daha çok tartışmalara yol açacak.