Dün, Maliye ve Hazine Bakanı Sayın Berat Albayrak bir sunum yaparak yeni ekonomik önlemleri ve geleceğe dair reform planlarını açıkladı. Toplumun ve piyasanın kaç zamandır beklediği bir açıklamaydı bu.
Açıklamayı kısaca özetlersek, içerik olarak, ekonomi ve maliye politikalarının derhal hayata geçirilmesi, yapısal reformların ise zamana yayılması şeklinde bir plan.
Verginin tabana yayılması, kamu bankalarının sermaye yapısının düzeltilmesi, varlıklarının (bilanço aktifleri) güçlendirilmesi, tarımda kooperatifçiliğin ön plana çıkarılması, konkordato ve iflas hukukunda değişiklikler, şirket tasfiyelerinin hızlandırılması gibi birçok önlem mevcut.
Bunların tabii ki her biri ayrı ayrı yazılara konu olacak maddeler. Hepsinin hem hukuki hem de ekonomik altyapı ve sonuçlarının açıklaması oldukça uzun olacaktır. Ancak özellikle dikkati çeken birkaç nokta var ki bunlara değinmek istiyoruz.
Birincisi mali disiplinin aynen devam edeceği şeklindeki beyan. Aynı şekli ile devam edilecekse bu maddenin çok fazla bir değişikliğe yol açmayacağı intibaı uyanmaktadır. Ayrıca sayın Albayrak hem maliye hem de hazine bakanıdır. Kabaca bir benzetme yaparsak; maliye bakanı devlet için parayı toplar, hazine bakanı ise devlet için parayı harcar. Sayın bakan, kendisine bağlı bu iki kurumun arasındaki tahsilat ve harcama dengesini nasıl sağlayacağını ileriki bir programla daha da netleştirmelidir. Bu kadar kritik bir konu için dünkü açıklama biraz muğlaktır.
İkinci dikkatimizi çeken konu verginin tabana yayılması hususu. Bu noktadan anlaşılan, özellikle sabit gelirlilerin ve orta-alt sınıfın üzerindeki vergi yükünün artacağıdır. Zira şirketlerin ödediği kurumlar vergisi ve diğer yüksek gelirli gerçek ve tüzel kişilerin vergi yüklerinin çok değişmeyeceği anlaşılmaktadır. Asgari ücrete de dokunulması öngörülmediğine göre yeni vergilerden en çok beyaz yakalıların ve kaynağında kesilen vergileri ödeyen diğer kesimlerin etkileneceğini söyleyebiliriz.
Bize göre olması gereken verginin tabana yayılması değil, vergi tabanının genişletilmesidir. Bu da bir şekilde sistemde bulunmayan ama vergi mükellefi olması gereken kesimlerin vergi sistemine eklenmesi ve vergi vermesi gereken herkesin mükellef yapılmasıdır. Herkesten alamıyorsan, yakaladığından çok vergi al mantığı, vergi adaletsizliğini daha da artıracaktır.
Kıdem tazminatı uygulamasında değişiklik yapılacağı, bu tazminatın bir fona devredileceği hatta BES (Bireysel Emeklilik Sistemi) ile birleştirileceği söylenmektedir. Henüz bu konuda yol haritası tam netleşmemiştir ve bu da yine çalışan kesimde bir tedirginliğe yol açacaktır. Zira daha önce kıdem tazminatının kaldırılması, BES’in zorunlu olması ve istenilse bile çıkılamaması gibi önlemler konuşulmuştu. Bu konudaki belirsizliğin uzun sürmesi BES sisteminden kitlesel bir çıkışa neden olabilir, bizden söylemesi.
Bir başka nokta ise -aslında hukukçuların alanına girmekle beraber- icra ve iflas konularında daha hızlı netice alınan ve daha agresif imkanlar sunan yasal düzenlemelerin yapılacağıdır. Yani iflas ya da konkordato durumu olan firmaların kendilerini koruyan yasal hakları kısıtlanacak ve bu tarz firmaların varlıklarının icra yolu ile satılıp, firmaların likide edilmesinin önü açılacak. Özetle icra ve iflas marifeti ile şirketlerden alacak tahsili kolaylaştırılacak.
Biz bu noktada da bir çelişki ve bir tehlike görmekteyiz. Çelişki; Ak Parti’nin 17 yıllık iktidarında uygulamaya koyduğu, bu tarz durumlarda şirketleri koruyan ve şirketin yaşamasını, iş yapabilirliğini sağlayan politikalardan vazgeçilmesidir. Şirketleri yaşat ki ekonomi de yaşasın yaklaşımı -ki büyük ölçüde doğru idi- görünen o ki terk edilmektedir. Tehlike ise durumunun sıkıntılı olduğu bilinen ya da konkordato başvurusu yapmış firmaların kendilerini ve dolayısı ile çalışanlarını kurtarmaları için çok daha az sürelerinin olacak olmasıdır. Bu da iflaslara, şirket kapanmalarına ve dolayısıyla işsizliklere yol açabilir, dikkat.
Bugüne dek açıklanmış ve bundan sonra açılanacak olan tüm ekonomik paketlerde üzerinde durulması gereken ve maalesef eksik gördüğümüz hususlar ise yapısal reformlar ve uluslararası piyasa aktörlerinin özellikle görmek istediği demokrasi, şeffaflık ve hukukun üstünlüğü konularıdır.
Yapısal reformlar çok konuşuldu, yazıldı. Bunları bu yazıda ayrı ayrı yazacak değiliz. Özerk merkez bankası ve mali kurullar, vergi reformu, büyümenin ithalata bağımlı olmaktan çıkarılması, enerjide dışa bağımlılığın azaltılması ve özellikle bu son iki önlem ile cari açığın düşürülmesi, kayıt dışının azaltılması vs…
Yapılması zor, bugünden yarına gerçekleştirilemeyecek reformlar bunlar. Ve son elli yılda hemen hemen her hükümet tarafından da ihmal edilmişlerdir. Bunların artık konuşulması hatta konuşulmaktan öte bir an önce hayata geçirilmesi lazım.
Yazının sonuna ise bizce bir ülkenin ekonomik, sosyo-politik kalkınmasının en önemli şartı, olmazsa olmazı olan demokrasi, şeffaflık ve hukukun üstünlüğünü bırakıyoruz. Bu alanlarda medeni ülkelerin seviyesine gelinmezse o ülkelerin ekonomik seviyesine de gelinmeyecektir.
Türk ekonomisinin kronik sorunu olan sermaye yetersizliği ve bundan kaynaklanan dış borç bağımlılığı başka türlü düzelmez. Demokrasinin, çoğulculuğun ve hukukun güvencesinin olmadığı yerde kalkınma olmaz. Olsa olsa geçici, sun’i büyümeler olur, onlar da zamanla balon gibi sönerler.