Bundan yıllar önceydi. Ak Parti iktidarının ilk maliye bakanı olan rahmetli Kemal Unakıtan, Türkiye’nin bütçesinin artık açık vermeyen denk bir bütçe olduğunu gururla ilan etmiş ve ardından şöyle bir söz sarf etmişti: “Bir ülkenin denk bütçesi olursa, dışişleri bakanının yürüyüşü değişir, sesinin tonu gürleşir”
Rahmetli burada o her zamanki nüktedan üslubu ile bir ülkenin dış siyasetinin ancak ekonomisi güçlü olursa güçlü olabileceğini güzelce ima etmişti.
Son birkaç zamandır Doğu Akdeniz’de Yunanistan’la yaşamakta olduğumuz gerilim, 21 Temmuz günü az kalsın savaşa dönüşüyordu. Krize son anda Almanya müdahale etti. Almanya, AB’nin ekonomik olarak lideri. İki dünya savaşı yaşamış, ikisinde de yenilmiş bir ülke olmasına rağmen halen güçlü ve Dünya’da sözü geçen bir ülke.
Almanya’nın AB’deki liderliğini sadece AB’nin kurucu ülkelerinden birisi olmakla açıklamamız mümkün değil. 150 yıllık markalarından, ihracat fazlasına, teknolojisinden, üretim kapasitesine kadar çok güçlü “ordusu” olan bir ülke. Ordu diyoruz zira bu saydıklarımızın gücü tankın, topun, tüfeğin gücünden fazladır.
O Almanya ki, ne nükleer silahı vardır ne de uçak gemisi. Ordusu, İngiltere, Rusya, Fransa ve ABD’ye göre çok daha zayıftır. Hatta 1991’e kadar kâğıt üstünde işgal altında bir ülke idi. Ama güçlü ekonomi denen silahı onu diğerleri kadar güçlü yapar.
Buna benzer örnekleri Dünya’nın başka yerlerinde de görebilirisiniz. Kuzey Kore sürekli olarak füze denemesi yapmakta, Japonya ve Güney Kore’yi tehdit etmektedir. Ama insanları kıtlık seviyesinde bir hayat süren, içe kapanık, dostu olmayan Kuzey Kore bu iki ülkeden de güçsüz ve sahipsizdir. Ve onlara asla saldıramayacaktır.
Sovyetler Birliği de çok güçlü ordusu olan, uzaya insan gönderebilen bir ülke idi. Ama ekonomik refahı olmayan, iç barışını sağlayamamış bir ülke olduğu için ayakta kalamadı.
Bütün bunları neden yazıyoruz? Son on yılda giderek yalnızlaşan bir ülke olmaya başladık. Katar ve Pakistan hariç ciddi olarak ittifak halinde olduğumuz bir ülke yok. Almanya, İngiltere, ABD ise Türkiye’ye karşı hasmane demesek de mesafeliler. Kendi eksenlerinden çıkmaması için zaman zaman taktiksel destek sağlıyorlar, o da kısmen.
Yabancı sermayenin kaçtığı, nitelikli insanların göç ettiği, ABD ve AB tarafından yaptırım tehdidi altında bulunan ülkemizin bu açıdan maalesef eli zayıftır. Sürekli değer kaybeden TL, artan işsizlik, döndürülmesi giderek zorlaşan dış ve iç borçlar…
Son yıllarda savunma sanayinde çok ciddi başarılar gerçekleştirmiş olan Türkiye’nin ekonomi silahı ise çok zayıflamış durumda. Buna mukabil karşısındaki ülkeler BAE, Suudi Arabistan, Rusya, Fransa ise petrol-doğal gaz gelirleri başta olmak üzere Türkiye’den ekonomisi daha güçlü ülkeler.
Daha önce bu sütunlarda güçlü bir ekonominin temel şartlarını uzun uzun yazmıştık. Hukukun üstünlüğü, tarafsız, bağımsız hakem kurumlar, özerk merkez bankası, oyunun kurallarının sürekli değiştirilmemesi, kurumların “bizim adamlarımız” tarafından değil işinin ehli insanlar tarafından yönetilmesi vs.
Bunlara tekrar değinmeyeceğiz. Ancak memlekette ekonomik sıkıntılar içinde, hayat standardı giderek düşen vatandaşlar olduğu sürece dışarıya karşı çok güçlü olunamayacaktır.
Hangi ülke olursa olsun ülkeyi yöneten insanların kişisel kırgınlıkları, kaprisleri, öfkeleri olabilir. Ancak bir ülke sadece akıl ve mantıkla yönetilir. Ülkelerin düşmanları değil uzun vadeleri çıkarları ve hedefleri olur. Hamaset, kaba kuvvet değil müzakere ve uzlaşı netice verir.
Türkiye de bu olgunlukla hareket ederse, savaştan, krizden değil barıştan, bolluktan, refahtan bahseden bir ülke haline tekrar gelebilir. Hepimiz için çok daha iyi olacaktır. Zararın neresinden dönülse kârdır.