Geçtiğimiz hafta Çin Modeli tartışmalarına değinmiş ve o modelin o kadar da toz pembe olmadığını ve ülkemize uymayacağını açıklamaya çalışmıştık. Bu hafta aynı konu ile devam edeceğiz…
Her şeyden önce Çin’de ülkemizde olmayan ve olmasını asla istemeyeceğimiz bir diktatörlük, bir tek parti rejimi var. Ülkeyi, Çin Komünist Partisi yönetiyor. Bu tek parti rejimi beraberinde ciddi bir baskıyı getiriyor. Serbest seçimler, tarafsız hakem kurumlar yok. Sivil toplum kuruluşlarından, basına, basından sosyal medyaya kadar bir çok alanda devletin ağır bir tahakkümü ve sınırlaması var.
Dolayısı ile Çin ülkemiz için bir hedef, bir örnek değil. Türkiye için her zaman ön gördüğümüz muasır medeniyet seviyesi, batı tipi bir demokrasi, çoğulcu bir toplum yaşamıdır. AB standartlarında bir ülke olmasıdır. Çin ise bunun tam tersi.
Dahası Çin, Uygur Türkü soydaşlarımıza adeta bir soykırım uygulamakta. İnsanlar toplama kamplarına konuyor, Uygur ailelerin evlerinde Çinli erkekler zorunlu ikamet ettiriliyor. Oruç tutmak, hatta “inşallah” demek bile yasak. Herhalde örnek, model bir ülke kendi yurttaşlarına böyle davranmazdı.
Gelelim, Çin ile Türkiye’nin iktisadi olarak genel bir kıyaslamasına…
Her şeyden önce Çin’de enflasyon ve kur uzun yıllar boyunca sabit bir seyir izlemiştir. Enflasyon oranı yüzde üç gibi rakamları istisnalar dışında geçmemiştir. Kur da aynı şekilde. Yuan/Dolar paritesi 6,30 ve 8,50 gibi rakamların arasında yıllar boyunca salınmış, bu anlamda son derece istikrarlı bir çizgi izlemiştir.
Bu kadar kritik verilerin ön görülebilir bir grafikte ilerlemesi yatırımcıların işini kolaylaştırır. Yatırım yapılmasının kolay olması da o ülkede üretimi ve istihdamı arttırır. Türkiye bu açıdan maalesef ön görülmesi çok zor bir ülke halini almıştır. Özellikle son aylarda yaşadığımız kur şoku ile bırakın yatırım almak şöyle dursun günlük ticaretin sürdürülebilmesi bile zor hale gelmiştir.
Bir başka önemli istatistik ise döviz rezervleri konusunda göze çarpmaktadır. Çin’in 3,500 milyar dolara yakın döviz rezervi var iken ülkemizde bu rakam swap’lar hariç eksiye düşmüş durumdadır. Çin ile Türkiye bu alanda mukayese bile edilemez.
Çin, sürekli yatırım alan bir ülke iken artık yatırım yapan bir ülke halini almıştır. Özellikle Afrika başta olmak üzere bir çok kıtada artık oradaki ülkelerin bir numaralı ticari ortağıdır.
Yurt dışında okuyan öğrenci sayısından, silahlı kuvvetlerine, teknoloji ihracından, yurt dışındaki yatırımlarına kadar Çin, ABD’den sonra Dünya’nın ikinci süper gücüdür. Bazı gelecek simülasyonlarında ise 2050’ye kalmadan ABD’yi tahtından indireceği tahmin edilmektedir.
Çin modeli deyip de Türkiye’nin ekonomisinde son yıllarda yaşanan krizleri ve şokları açıklamaya çalışmak en kibar ifade ile yanlış olacaktır. Şartları, güçleri, varlıkları birbirinden çok farklı iki ülke Türkiye ve Çin.
Aslına bakarsanız Türkiye’nin bu model merakı yeni değil. 1950’lerde Küçük Amerika olmak ile başlayan bir macera bu. 1960 ile birlikte bir ara devletçilik ve SSBC etkisi alıp başını gitmişti. 1980’lerde Özal ile Japonya sürekli anılır olmuş, 1990’larda ise Güney Kore, Türkiye’nin gözbebeği haline gelmişti. Şimdi de onun yerini Çin aldı. Türkiye herkes olmayı denedi, kendisi olmak hariç.
Şunu da belirtmek lazım, Çin Modeli olmak yaklaşımına hükümetten de eleştiriler geldi. Bunun kabul edilemez olduğu belirten görüşler geldi. Bir nebze olsun ayakların yere bastığını görmek güzel.
Ülkemiz için ileri sürdüğümüz öneri hep aynıdır. Batı seviyesinde bir demokrasi, tarafsız-hakem kurumlar, bağımsız yargı, sadakat değil liyakat ile yönetilen bir devlet ve serbest piyasa ekonomisinin dörtdörtlük işletilmesi… Bunlar sağlandığında işlerin nasıl yoluna girdiğini hep beraber görürüz.
Günlük politikalarla ve sürekli değişen kararlar ile varılan netice ortada çünkü….