1959 yapımı Hollywood klasiği ünlü filmi hepiniz duymuşsunuzdur. ABD’nin Michigan eyaletinde geçen bir cinayet ve yargılama hikâyesi üzerine kurulu bir filmdi; Bir Cinayetin Anatomisi. Filmde cinayet suçlusu olarak tutuklanan bir adamın beklenilenin aksine suçunu inkâr etmeyip, kabul etmesi ve kendi gerekçelerini dile getirerek işlediği cinayeti haklı görüp, mahkemede savunmasını anlatılıyordu.
Geçtiğimiz cumartesi akşamı Türkiye’de bir cinayet girişimi oldu, hatta bir toplu katliam girişimi… Rize’de oynadığı lig maçından dönen Fenerbahçe kafilesinin otobüsüne Trabzon’dan geçerken ateş açıldı. Ateş açanlar kasıtlı olarak otobüsün şoförünü hedef aldılar. Burada herhalde amaçları şoförü öldürerek aracın kontrolden çıkmasını ve Fenerbahçe kafilesinde daha fazla can kaybının olmasını sağlamaktı. Çok şükür ki saldırıda ölen olmadı. Otobüsün şoförü yüzünden yaralanmasına rağmen büyük bir kahramanlıkla otobüsü durdurabildi. Vahşetin, cehaletin, fanatizmin cinnet geçirmiş hali. İnsanın aklı almıyor…
Spor gibi, insanları bütünleştirmesi beklenen, daha iyisinin, daha başarılısının ortaya çıkmasını sağlamaya yönelik bir aracın, ülkemizde insan hayatlarına kastedilecek kadar ciddiye alınması ve bu ciddiye almanın medya başta olmak üzere toplumun önde gelen kesimleri tarafından kışkırtılmasının varacağı sonuç buydu elbette. Rekabetin, husumet olarak görüldüğü ülkemiz kültüründe eninde sonunda böyle bir olayın vuku bulacağı kesindi.
Hiç kuşkusuz 2011 yılından beri gündemde olan ve hâlâ daha tam olarak sonuçlanmamış bir şike davasının her iki tarafta yarattığı gerginliğin bunda payı var. Ancak hukuki yollardan sonuca bağlanması gereken bir sürecin, Trabzon yöneticileri tarafından sürekli kaşınıp kışkırtılmasının ne derece yanlış olduğu bir kere daha ortaya çıktı. Yapılması gereken, asarız keseriz edebiyatı yapmak değil, mahkemelerin ve Futbol Federasyonu’nun verdiği ve vereceği kararlara saygı duymaktır.
Bu satırlar kaleme alındığında olayın failleri hâlâ yakalanamamıştı. Acaba şu anda vicdanları ile baş başa kaldıklarında acaba ne düşünüyorlardır? Tıpkı, Bir Cinayetin Anatomisi filmindeki gibi yaptıklarını haklı buluyorlar ve bunu gururla savunuyorlar mıdır? Yoksa fanatizmin onlara yaptırdığı işten ötürü bir suçluluk, bir utanma hissi duyuyorlar mıdır? Olay yerinden kaçtıktan sonra, evlerine gidip vicdanları ile baş başa kaldıklarında “ben ne yaptım?” mı demişlerdir, yoksa çevrelerine bu olayı nasıl yaptıklarını ballandıra ballandıra anlatmışlar mıdır? Maalesef ki hissettiğimiz, ikinci ihtimalin gerçek olduğudur. Tabii ki bilemeyiz… Polis, umarız bir an önce, bu kişileri yakalayıp adalete teslim edecek ve biz de bu soruların yanıtını hep birlikte göreceğiz.
Burada adının konması gereken bir husus daha var. O da artık ülkemizde futbol fanatizminin giderek kontrolden çıkmaya başladığının fark edilmesinin gerekliliğidir. Son olayda tetiği çeken eller kadar, onların beyinlerine bu kör fanatizmi pompalayan yöneticilerin ve medyanın da bir özeleştiri yapması gerekiyor.
Aksi halde Türkiye’de futbolun futbol olmaktan çıkması, ülkemizin uluslar arası müsabakalardan men edilmesi, can kayıplarının yaşanması ve zaten dibe vurmuş olan futbol kalitesinin bugünleri bile mumla aratacak hallere gelmesi yakındır.
Çok geç olmadan akılları başlara toplamanın zamanıdır…