Başkanlık Sistemi mi Diktatörlük mü?

Mustafa Morgil

Başkanlık sistemi tartışmaları ülkemizde oldukça uzun bir süreden beri var. Daha 1980 Anayasa’sı yapılırken gündeme gelmiş kabul görmemişti. Anayasayı hazırlayan kurulun başkanı Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı ve ekibi klasik parlamenter rejimi yeniden kuran bir anayasa hazırlamışlar ve 1970’lerin koalisyonlu dönemlerine yeniden kapı açan bir yapıyı ülkemize hediye etmişlerdi. Rejim ne klasik parlamenter rejim ne de başkanlık rejimi idi. Cumhurbaşkanlığı makamı klasik bir parlamenter sistemde olmadığı kadar yetki ile donatılıyor ve bir tür 12 Eylül rejiminin sürekli muhafızı gibi TBMM’nin ve Hükümet’in başına dikiliyordu.

Ardından, cumhurbaşkanı seçildikten sonra Turgut Özal bu konuyu tekrar gündeme getirmiş, sistemin aksadığını kendisi ile dönemin başbakanları Mesut Yılmaz ve Yıldırım Akbulut arasındaki gerilimleri üstü kapalı olarak ima ederek, sistemin iki başlı olduğunu ve bunun Türkiye’ye zarar verdiğini dile getirmişti. Rahmetli Çankaya’da iyice pasifize olunca başkanlık sistemi hedefini gerçekleştirebilmek için cumhurbaşkanlığından istifa edip yeniden bir parti kurmayı bile düşündü. O dönem kendisinin yakınında olan kişilerin tanıklıklarından bunu biliyoruz. Ama maalesef ömrü vefa etmedi.

Kendisinden sonra Çankaya’ya çıkan Sn. Süleyman Demirel de dönemin başbakanları ile -Tansu Hanım başta olmak üzere- çeşitli defalar karşı karşıya geldi, sistem kilitlendi. 1990’lı yıllar Türkiye’nin terör belası, ekonomik sıkıntılar, koalisyonlar, üç partili hükümetler, birbirlerini yalanlayan bakanlar ile geçirdiği kayıp yıllar oldu. Tüm bu dönemin kaçınılmaz sonucu ise -yine bir üç partili koalisyonun hediyesi(!)- 2001 krizi oldu.

Başkanlık sistemi sadece yukarıda anılan devlet adamlarımız tarafından değil birçok aydın, entellektüel ve akademisyen tarafından da dile getirildi, ve Türkiye’mize faydası olacağı vurgulandı. Bu talebi son dile getiren ise Sn. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve kendisinin kurmayları oldu.

Ülkemizin yönetiminde bulunan ve cumhurbaşkanlığına kadar çıkan, yılların tecrübesi ile birikimlerini memleketin hizmetine sunmuş tüm bu kişilerin önerilerine kulak tıkamak, bu önerileri hiç tartışamadan bir kenara itmek sadece uzlaşma kültürü olmayan yıkıcı bir muhalefet anlayışı ile mümkün olur. Türkiye’nin tarihine baktığımızda parlamenter sistemin tek parti iktidarları hariç hiç de verimli olmadığını, koalisyonlar ile Türkiye’ye çok zaman kaybettirdiğini görmek lazımdır. 1950-1960 Demokrat Parti Dönemi, 1983-1991 ANAP dönemi ve 2002’de başlayan Ak Parti iktidarı hariç Türkiye’miz her zaman koalisyonlar ile yönetilmiş ve maalesef siyasi çalkantılarla, krizlerle boğuşmuştur.

Ülkemizin tarihine bakıldığında ilerleme ve kalkınmanın istikrar son derece ilişkili olduğu görülebilir. Başkanlık sistemi tartışmalarına bu gözle bakmakta sonsuz fayda vardır. Bu sistemi şu kişi istiyor, bu kişi istemiyor gibi son derece sığ politik çekişmelerle değil, ülkemizin siyasi istikrarı açısından bakmak en doğrusu olacaktır.

Başkanlık sistemi dünyaya sunan ABD’nin ne kadar istikrarlı ve demokratik bir ülke olduğu ortadır. Bizde bu sisteme karşı çıkanların en temel tez bu sistemin diktatörlüğe yol açacağı şeklindedir. Bu iddia bir tür yerel oryantalizmin dışa vurumudur. Kendi halkını güdülecek koyun gören, kendi insanını cahil ve hakkını aramayacak kişiler olarak varsayan bir aklın ürünüdür. Başkanlık sistemi ülkemiz için uygun mudur değil midir? Siyasi geleneklerimiz buna ne kadar izin verir, tüm bunlar tartışılabilir. Ama sırf bunu isteyen kişilere muhalefet olsun amacı ile bu fikre karşı çıkmak bir tür siyasi fanatizmdir ve iddia edilen sözde diktatörlük kadar tehlikelidir.

Bu arada bu diktatörlük iddiasını da bir incelemekte fayda var. Başkanlık sistemine geçersek diktatörlük gelir diyen insanların durup düşünmeleri gerekir. Tarihte başkanlık sistemi ile yönetilip de diktatörlüğe dönüşmüş ülkeler olduğu kadar parlamenter sistemle yönetilip de diktatörlük rejimlerine dönüşmüş ülkeler de mevcuttur. Örneğin Almanya’ya Hitler diktatörlüğünü getiren Weimar Cumhuriyeti bir parlamenter sistemdi. Aynı şekilde ülkemizi 1960-1971-1980 darbelerine götüren, 28 Şubat’lara neden olan rejimler de parlamenter rejimler değil miydi? Olayın bu tarafı neden görülmek istenmemektedir, anlaşılır gibi değil? Tersi örnekler de mümkündür, örneğin cumhuriyetimizin kurulduğu 1923’ten çok partili hayata geçildiği 1946’ya kadar Atatürk ve Milli Şef İnönü dönemleri de fiili olarak başkanlık sistemleri değil miydi? Bugün başkanlık sistemini isteyen kişilere “siz diktatör olmak istiyorsunuz” diyenler, acaba o dönemki yönetimler için de diktatör nitelemesini yapacaklar mıdır?

Bizce Türkiye’miz ister parlamenter sistemle ister başkanlık sistemi ile yönetilsin, diktatörlüğe dönüşmesi ihtimali söz konusu bile değildir. İnsanlarımız özgürlüğüne son derece düşkün, siyasi bilinci olan, internet aracılığı ile dünyayı takip eden, kendini ezdirmeyecek özgüvene sahip insanlardır. uluslararası sermaye Türkiye’ye yerleşmiş, yatırımları ve istihdamlar ile yerini almıştır. Türkiye, dünya liginde bir oyuncudur. Dünya ile son derece entegre olan ülkemizin şu ya da bu şahıs tarafından dikta rejimine götürülmesi mümkün değildir. Kaldı ki böyle bir rejimin ne Türkiye’de ne de dünyada kabul görmeyeceği aşikardır.
Başkanlık sistemi tartışmalarına, bize uymaz, bizde diktatörlüğe neden olur gibi kendi kendini hor gören, ezik bir anlayışla değil; ülkemize hangi rejim daha uygundur, hangi rejim bizi daha ileri taşıyabilir akılcılığında ve soğukkanlılığında bakmak gerekir.

Bin yıllık devlet geleneği olan Türkiye’miz bir muz cumhuriyeti değildir. Kurumlarının ve insanlarının tarihi bunun çok ötesindedir.

Twitter:@M_Morgil

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.