Allah kimseyi açlıkla imtihan etmesin diye bir söz vardır. İslam tasavvufunun, Anadolu’nun binlerce yıllık bilgeliği ile yoğrulmuş öğretisinin dileği, bir hayır duasıdır. Burada hiç kuşkusuz açlıkla ima edilen sadece midemizin boş kalması, fiziksel açlık değildir. Bunu her türlü yokluk, eksiklik, darlık olarak da düşünebiliriz.
Açlığın insanlara yaptırmayacağı kötülük olmasa gerek. Aç kaldığı için hırsızlık yapanlardan, canına kıyanlara kadar haberleri çok okumuşsunuzdur. Üstelik bu tarz olaylar sadece belli ülkelerde, belli bölgelerde de olmaz. Her yerde her toplum için geçerli durumlardır.
İnsanların fiziki, bedensel açlıkları bir şekilde giderilir. Nihayetinde bir tabak yemeğe bakacaktır. Ancak bir de insanların hayata dair olan açlıkları vardır. Tüketim açlığı, para kazanma açlığı, saygı görme, kabul görme açlığı gibi. Çok daha ağır vakalar da ise emretme, komuta etme, tahakküm kurma hatta insanları ezme gibi patolojik açlıklara kadar varabilir.
Bu tarz insanların hayatımıza, bizlere etkisi nedir? Gerek iş hayatında gerekse günlük yaşamımızda karşımıza çıkan bu aç insanların en büyük amacı o açlıklarını tatmin etmektir. O doymaz açlıklarını…
Onların bu içsel boşlularını doldurmak bize düştüğü gibi, bazen de dolaylı olarak onların bu bitmez açlıklarının altında bizler eziliriz.
Paraya, tüketime aç bir yöneticinin, karar vericinin hırsı ve yaptığı yolsuzluklar. Bu yolsuzlarını saklamak için yapması gereken başka sahtekarlıklar. Yağmalanan kaynaklar, varlıklar, ırzına geçilen hukuk gibi mesela…
Ya da daha basitinden düşünün, bir bakkalın ya da manavın müşterisine yaptığı bir tartı hilesi; sadece iki kuruş daha fazla kazanabilmek için midir, yoksa içindeki çok daha derin, çok daha hastalıklı bir dünya hırsını, dünya açlığını tatmin etmek için midir?
Mesela bir de güce aç insanları düşünün. Ellerine o güç geçince onu kaybetmemek için yapacakları zulmü gözünüzün önüne getirin. Kendilerinden daha güçlü olanlara verecekleri haksız tavizler… Bütün bunların yönetilenlere olan etkilerini hayal edin.
Gücü, makamı yıllarca elinde bulunduran insanların, onu ellerinde tutmak ve daha da güçlendirmek için her türlü gayrı ahlaki yola başvurmaları, hep daha fazlalarını istemeleri bunu bir başka örneği değil midir?
Hayata olan öfkesi, nefretle karışık-aşk hissi, sürekli daha fazlasını isteyen bir nefs. Bunlar günlük yaşamımızdan, ekonomiye, siyasetten spora kadar her alanda karşımıza çıkarlar.
Hiç kimseye güvenemeyen, hiç kimseye inanmayan, hiç kimseye itimat etmeyen insanlar, acaba kendi çiğ süt emmişliklerini bildikleri için midir ki böyle davranırlar. Kendisinin yalancı, güvenilmez bir insan olduğunu bilen kişi muhtemelen herkesi de kendi gibi zannediyordur.
Gözü tok deyimi, bunu ne kadar güzel anlatır. Dikkat edin, karnı tok değil, gözü tok. Gönül gözü doymuş, hayatla, insanlarla kavgası olmayan ruhları ne kadar hoş bir şekilde betimliyor.
Burada bir noktaya da dikkat etmek gerek. Bir insan zengin, güçlü olduğu halde pekâlâ hayata dair aç olacağı gibi, son derece mütevazi şartlarda yaşanan birisi de gayet tok bir ruha sahip olabilir. Mevzu bedenin değil ruhun aç olmasıdır.
Ekonomi, tanım olarak bize kıt kaynaklarla sınırsız ihtiyaçları sağlamaktır diye anlatılmıştır. Belki de hata buradadır. İhtiyaçlarımızı sınırsız görmek. Doymayı, şükretmeyi bilmemek.
Madalyonun bir de öteki yüzü var. Aç insanlar bu bitmeyen açlıklarını tatmin etmek için etrafındakilere çeşitli imkanlar, çıkarlar, rüşvet, haksız kazanç dağıtırlar. Onların bu davranışından nemalanıp, bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığı ile olan bitene ses çıkarmayanlar? Yazının başında bahsettiğimiz Anadolu bilgeliğinin “dilsiz şeytan” diye adlandırdığı insanlar. Onlar daha mı az ahlaksızlar?