Zor zamanların ilacı

Mustafa Karaalioğlu

Bütün ülkelerin zor zamanları vardır. Siyasal, ekonomik ve en önemlisi de çevresel sıkıntılar zaman zaman gelip ülkeleri kuşatır. Türkiye de şimdi, terör silahlarının üzerine doğrultulduğu zamanlardan geçiyor ve birçok alanda gerilim yaşıyor. Beraberinde siyasal sistemimizin tümüyle değişeceği bir anayasa değişikliği sürecinden geçiyoruz. Neden bu hacimde büyük sorunlar yaşadığımız aşikardır. Nasıl üstesinden geleceğimiz de…

Öte yandan, hem anayasa paketi üzerindeki eleştirilerin ortak felsefesi hem de ülkenin karşı karşıya bulunduğu meselelerin kaynağı aynı kapıya çıkmaktadır.

Ancak meselelerimiz ne kadar büyük olursa olsun başa çıkabilmek için yeterince tecrübemiz vardır. Sadece bizim değil, insanlığın tecrübesi de sermayemizdir.

Kurumlarıyla yaşayan ve gelişen demokrasilerde bütün bu riskler ya yoktur ya da saldırılar ne kadar ağır olursa olsun bertaraf etmek kolaydır. Demokrasiyi yaşatamayan, fırsat eşitliğini gerçekleştiremeyen, farklılıkları sorun olmaktan çıkaramayan ülkeler on yıllardır hep aynı problemleri yaşamaktadır. Mesela, Ortadoğu’daki pek çok ülke gibi… Mesela ve ne yazık ki birçok İslam ülkesi gibi…

Türkiye’nin güvenlik açısından rahat, ekonomik açıdan konforlu ve en nihayet sosyal olarak nisbeten daha mutlu olduğu zamanlar açık ki demokrasinin daha iyi işlediği zamanlardır. Sadece AK Parti iktidarları dönemi bile bu önermeyi doğrulamaya yeter, hatta artar.

Her sıkıntıya karşı dayanışma ve birlik duygusu şarttır, ama bu unsurları mümkün kılacak şey de demokrasidir. Devlet, FETÖ veya geçmişte örneğini gördüğümüz, kendisini halkın yerine koyan oligarşik yapıların eline geçmeyecekse, bu ancak herkesin o devlete kendini ait hissetmesiyle mümkündür. Bir kesim devletle kolkola yürürken başka kesimlerin uzaktan baktığı düzenin nasıl maliyetler doğurduğunu neredeyse Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri görüyoruz.

Milli birlik çok değerli bir kavramdır, ama bunun şartı da ortak demokratik standartlar ve muhakkak surette her alanda eşitliği temin eden hukuk düzenidir.

Verimli, başarılı ve istikrarı garanti edecek olan sistem, hukuk ve demokrasi iskeletine haiz olmak zorundadır. Daha iyi bir ekonomi ve daha yüksek güvenliğin yolu, yöntemi budur. Tekrarlayalım, tecrübeyle de sabittir.

HİÇ OLMAZSA KOMPOZİSYON YAZMAYI ÖĞRETELİM

Kültür Konseyi Genel Sekreteri, ağabeyimiz Dr. Metin Eriş, MEB’in müfredat çalışmaları üzerine yapılan tartışmalara katkı olsun diye bir not gönderdi. Metin Bey, hem üniversitede hocadır hem de çeşitli vesilelerle Türkiye’yi dolaşmaktadır. Dolayısıyla, bizatihi gözlemleriyle bu işin ehli isimlerden birisidir. Şöyle diyor:

“Yeni müfredat programları anlatılmaya çalışılıyor. Bu arada daha önceki günlerde çocuklarımıza (İngilizce ağırlıklı, ki bu da tartışılmalıdır) yabancı dil öğretilmesi üzerinde de durulmuştu. Peki, kendi dillerini bilmeyen, noktalama işaretlerinin kullanılmasını beceremeyen, herhangi bir kelime yazılırken büyük veya küçük harfle mi yazılması gerektiğinden habersiz, dahi anlamını taşıyan de/da ekinden habersiz, el yazısı öğrenmedik diyerek küçük harflerle yazmaya çalışan ve hatta bir önceki cümlesi ile ikinci kullandığı cümlesinin tenakuza (bu veya benzeri kelimeleri bilmedikleri ayrı bir nokta) düştüğünün farkında olmayan nesillere sahi nasıl yabancı dil öğreteceğiz? Diyelim ki öğrettiniz (!) Bu insanlar kendi değer hükümlerinden, kimliğinden uzaklaşmış ve başkalarının kültürel uydusu olmazlar mı? Bir üniversitemizin herhangi bir sınıfında yapılan sınavlardan birine sadece göz atmak yeterlidir. Ürpermemek elde değildir!.. Ellerindeki telefonla haberleşirken sesli harflere lüzum duymayan bir nesilden bahsediyoruz. Çocuklarımız artık Türkçe konuşmuyorlar veya konuşamıyorlar. TV kanallarında bir cümlesi bittikten sonra ikinci cümlesine geçerken uzun bir “ııııııı” sesine ihtiyaç duyan konuşmacıları bir an için görmezliğe gelsek yarının nesillerine Türkçe’nin imlâ kurallarının olduğunu, kelimelerdeki vurguların nasıl kullanılması gerektiğini yeni müfredat programıyla nasıl anlatacağız? Bilim insanı yetiştireceğiz deniliyor. Güzel. Ama Türkçe’nin ilim dili olmasını sağlamak MEB’nın görevleri arasında olması gerekmez mi? Çıkış yolu ise “okuma günleri” yanında ve özellikle yeniden ihdas edilmesi gerekecek olan “kompozisyon” dersleridir.”

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (8)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.