İyi tarafından bakalım…
Ege’de yüksekten açtığımız ve askeri güç eşliğinde giderek yükselttiğimiz elin şu veya bu sebeple diplomatik çözüme demirlemesi hayırlı olmuştur. Birkaç haftadır son derece heyecan verici bir hitabetle ortalığı çınlatan ve bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle “kimseye boyun eğmeyen” dış politikanın yine kendi ifadesiyle “diplomasiye bir şans verelim” noktasına gelmesi hasarı azaltan bir tercihtir.
Türk dış politikasının en haklı ve en donanımlı dosyası olan Ege -adalar, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge, vs.- meselesi, ne yazık ki son girişimde başarılı yönetilememiştir. Meselenin teknik boyutlarında ilerleme sağlamak şöyle dursun, siyasi olarak aleyhimize fatura çıkmıştır. Yunanistan dost artırırken, Türkiye düşman artırmıştır. Bu yönüyle Erdoğan’ın ambargo ihtimali belirdiğinde Oruç Reis gemisini hızla geri çekip, siyasi gerilimin olumsuz etkilerini azaltmayı hesaplaması hiç yoktan iyidir.
Erdoğan şöyle dedi:
“Biz Oruç Reis’i eğer bakım için şöyle bir limana çektiysek, bunun da bir anlamı vardır. Niye çektik? Bu anlamlı bir yaklaşımdır. Yani diplomasiye bir fırsat tanıyalım, diplomaside bir olumlu yaklaşım ortaya koyalım, Yunanistan bizim bu yaklaşımımızı o da olumlu istikamette karşılasın ve buna göre de bir adım atalım.”
Bunun üzerine, Fransa’nın “kifayetsiz ama pek muhteris” Cumhurbaşkanı Macron da Türkiye’yi istihza eden Türkçe bir mesaj yayımlayarak memnuniyetini ifade etti: “Ajaccio’da, Türkiye’ye net bir mesaj gönderdik: İyi niyetli, naiflik olmaksızın sorumlu bir diyaloğu yeniden açalım. Bu çağrı bundan böyle Avrupa Parlamentosu’nun da çağrısı. Görünüşe göre de işitilmiş. İlerleyelim.”
Madem diplomasiye kapı açıldı, Fransız’ın mesajındaki rahatsız edici üslubu görmezden gelebiliriz. Belli ki hükümet adamları da benimle aynı fikirde zira şu kadar gündür Ankara’dan kim konuşsa demediğini bırakmıyordu ama bu twitter mesajına laf eden çıkmadı, hatta memnuniyetle karşılandı, sempatik bulundu. İhtiyaç anında diplomasinin hatırı gerçekten büyük!
Ege meselesi düşünülenden başka bir yere gitti ve bizi sevmeyenler nefret etmeye, sevenler ise sevmemeye başladı. Avrupa Birliği’nin ambargo ihtimali de ciddileşti. Bu noktada Cumhurbaşkanı’nın diyaloğu tercih etmesi isabetlidir. Kışkırtıcılara aldırmaması da öyle. Ege meselesinde diplomasiye ağırlık verilmesini ve sürecin ekonomi boyutuyla birlikte düşünülmesini tavsiye edenleri “Türkiye’nin gücünü anlamayan korkaklar, özgüveni kaybolmuş eski kafalı aydınlar”, hatta “işbirlikçi ve dış güçlerin sözcüsü” diye yaftalayanlara kulak asmamıştır.
Şunu da belirtelim Ege’de diplomasi denilen konunun merkezinde “İstikşafi görüşmeler”in yeniden başlaması bulunuyor. Türkiye ile Yunanistan arasında 2002 Mart ayından itibaren bugüne kadar 60 kez yapılan ve 2016’da kesilen turlar, hafta içinde yapılacak Türkiye konulu AB zirvesinin ardından, bir aksilik olmazsa yeniden başlayacak. Yani, aylardır süren büyük gerilim komisyona havale edilecek. Komisyonun görevi ise iki ülke arasındaki anlaşmazlık konularını karara bağlamak değil, hangi anlaşmazlık konusunun Uluslararası Adalet Divanı’na gideceğine karar vermektir. Bazılarımız masada manevra yaparak 12 adaları alabileceğimizi zannediyor olabilir. O masada böyle bir ihtimal yok; bilelim de sonu hayal kırıklığı olmasın!
Netice? Büyük bir gerilim yaşadık, eller tetiğe gitti, dünyaya meydan okuduk, dostlar düşmanlar yeniden saf tuttu. Şimdi, Atina şart sürmez ve görüşmeler yeniden başlarsa, yıllardır süren sıkıcı rutine dönmüş olacağız. Geldiğimiz nokta budur.
Kâr mı zarar mı derseniz… Kârlıyız çünkü, zararın neresinden dönersen kârdır.