Bir ülkenin temel meseleleri, yolunda gitmeyen işleri, kaybolan değerleri ve yıpranan kurumları iktidarların olduğu kadar o ülkenin düşünce insanlarının, ortak birikiminin parçası olan kuruluşlarının vesairenin de sorumluluğudur.
Seviye bileşik kaplar düzenine mahkum olmuşsa, hepsi birden geriliyorsa da sorumluluklar yerine getirilmiyor demektir. Hep beraber aşağıya doğru gidiş aslında herkesin yetkisi ve gücü kadar suçlu olduğunu anlatır. Türkiye’nin içinde bulunduğu halin birçok tarifinin yanında bu da tariflerden biridir ve en can yakıcı olanıdır. İktidarla birlikte, iktidarın yükseldiği tabanın, o siyasi ve ideolojik (ve gayet tabi dini) gelenek ve kurumların yıpranmışlığını ve gevşemeyi ıskalayarak, sadece günlük siyasi analiz yapmak yetersiz kalır. Eğer süreci hakikaten anlamak ve hasar tesbitini sahiden yapmak istiyorsak. Yoksa “Elde güçlü bir iktidar var, gerisi teferruattır” diyenler için mesele yoktur; pişmiş aşa su katan böyle eleştiriler de art niyetlidir zaten!
Geçtiğimiz günlerde, Türkiye Düşünce Platformu -internet sitesi var, merak edenler bakabilir- adında kurulan ve içinde değerli bazı isimlerin de olduğu bir girişimin İstanbul Sözleşmesi için arabulucuk rolüne soyunduğunu duyduk. Daha doğrusu yapmaya niyetli oldukları şeyin akamete uğradığını açıkladıklarında girişimden haberdar olduk. Bu vesileyle yüksek ve değerli amaçları olduğunu, ümmetin selameti için çaba gösterdiklerini de öğrendik. Güzel… İlk iş olarak bula bula İstanbul Sözleşmesi’nin zayıflatılmasını talep etmeyi mi buldular demeyeceğim. En nihayet, sevseniz de seçmeseniz de bir görüştür, herkesin aynı yerde buluşması da beklenemez. Muvaffak olamadıkları için fazla deşmenin de lüzumu yok.
Peki, “ülkenin ve ümmetin” ve de her fikirden insanın birçok konuda dert sahibi olduğu ortamda başka işler için de çaba göstermeye değmez mi? İslam’a, dini hayata, dinin idrakine zarar veren onca şey varken düşünce sahiplerinin -ki aynı zamanda iktidar üzerinde bir ölçüde nüfuzları da var- itiraz edecek, kaygı belirtecek, düzelmesini talep edecek başka dertleri yok mu? Sözlerini iktidara duyurma güçleri olduğuna göre “Şu, şu meselelerde gidişat iyi değil” demek gibi bir sorumluluk hissetmiyorlar mı?
“Şu, şu meseleler”in ne olduğunu herkes biliyor değil mi?
Türkiye’nin herbiri birbirinden ağır yolsuzluk, adaletsizlik, liyakatsizlik, ehliyetsizlik, kutuplaşma, fikir hürriyeti, kurumsal çürüme ve en nihayet bariz bir yozlaşma meselesi var. Düşünce Platformu’nun ilgisini çekmek için söylüyorum; bütün bu problemlerin faturası içinde “İslam”ın olduğu sayısız kavrama çıkıyor. Yok mu bu bahiste bir kaygı veya hassasiyet? Geleceğe dair bir endişe veya böyle giderse elde bahis konusu edilecek bir değer kalmayacağına dair korku!.. Yok mu?
Herkes adına düşünme iddiası, yoksa iktidarın başına bir sıkıntı gelmesin demekten ibaret mi? Oysa bunun için çaba gereksizdir. İktidar zaten ne yapacağını ve nasıl yapacağını bütün düşünenlerden daha iyi biliyor, yapıyor da. Farkında olmasalar ve görmeseler da tek ihtiyaçları olan, dostça uyarılar. Bunun için yola çıkanlar, “Her şey güzel… İstanbul Sözleşmesi’nin orasını burasını da değiştirdiniz mi tamamdır” diyorsa vay o düşünceye, vah o memlekete… Yapılan o faaliyete de herhalde düşünce denemez.
Başa dönelim de bir kez daha ortak sorumluluğu hatırlatalım. Yanlışlardan ve yozlaşmadan herkes sorumludur. Kimisi çok, kimisi daha çok…Kimse az sorumlu değil.