Baştan listeleyecek olursak Suriye dosyasında ‘Keşke yapılmasaydı’ diyeceğimiz çok şey olabilir. Ama unutmayalım ki Türkiye, sadece bu meselede değil bütün uluslararası kriz ve gerilimlerde bir ittifak düzeninin parçasıdır. O düzen bazen avantaj sağlar bazen de böyle sıkıntılara yol açar. Her hamle, her politik girişim garantili sonuç üretmez. Öyle olsaydı diplomasiye gerek kalmazdı.
Bununla birlikte, sadece 2012/13 yıllarında, henüz Rusya ve İran ve hatta ABD sahada yokken Suriye’deki muhaliflere güçlü silah desteği verememiş olmamız bile bir fırsatın kaçmasına yetmiştir. Şartlar değişti, çok sonra Fırat Kalkanı operasyonu yapılabildi ve güçleri nispeten zayıflayan muhalefet (ÖSO) ile de kaçan fırsatların ardından anlamlı bir ilişki kurulabildi.
***
ABD ile müttefik olunca Suriye’de politika oluşturmanın ve yürütmenin başka bir zorluğu da var. Amerikalılar için bir politikanın başarılı olması ile olmaması arasındaki fark büyük değildir. Nasıl olsa enkazın yükünü çeken veya faturayı ödeyen onlar değildir. Bugünlerde yaptıkları hamlelerde de bu imtiyazın izleri vardır.
Son tahlilde bugüne bakmaktan başka çare yoktur ve tarih “keşke”lerle
yazılmıyor.
Bugünün gündemi ise, sınırımızda kalıcı bir YPG tehlikesinin işaretlerini veriyor. Açıkçası bugünden değil, epey uzun süreden beri bu sinyaller geliyordu. Hepimizi alarma geçiren de malum; ABD’nin YPG’ye ağır silah sevkıyatına karar vermiş olmasıdır. Durumun ne kadar ciddi olduğunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyaretini ve Trump görüşmesini çerçeveleyen sözlerinden anlıyoruz:
“Biz en üst düzeyde bu görüşmeleri yapacağız. Bizim yaptığımız görüşme virgül değil nokta mesafesinde olacak… Asla bir terör örgütünü ABD’nin yanına yakıştırmıyoruz. Sayın Putin’le de konuştum. Aynı şeyi Rusya’ya da yakıştıramıyoruz. Bu ziyaretimizde ben bunların büyük ölçüde hallolacağını umuyorum. Gelen bütün bilgileri dedikodu mesafesinde görmek istiyorum. Bu ziyaretin de bir kırılma noktası olacağını düşünüyorum.”
***
Daha başka ne söylenebilir ki!
Belli ki Washington’daki askeri kanat ve Centcom, silah verme kararını Erdoğan’ın ziyareti öncesine yetiştirerek, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın ABD Başkanı’nı böyle bir girişimden vazgeçirebileceği ihtimalini ortadan kaldırmayı hesaplamış.
Hesap tutmuş görünüyor ama ne kadar ömrü olacak bilinmez. Elbette bu noktada, Erdoğan’ın Washington mesaisi biraz daha zorlaştı ama aynı şekilde Beyaz Saray için de Türkiye’yi ikna etmek kolay olmayacaktır. “Umarım duyduklarım dedikodudur” dediğine göre masaya oturduğunda Cumhurbaşkanı’nın pozisyonu kararın geri alınması düzeyinde olacaktır… O kadar çok ön mesaj gönderildi ki her durumda Trump’ın “Olan oldu, bunu geçelim” demesi imkansızdır. İkame edici bir teklif sunması da kaçınılmazdır. Teklif, ya FETÖ iadeleri konusunda olacak ya PKK ile mücadelede yeni bir konsept. Ya da ikisi birden… Özellikle PKK konusunda işaretler de gelmiş bulunuyor.
Olup bitenleri anlamak için çerçeveyi genişletmekte fayda vardır. Sebepleri tartışılabilir ama dünyanın gözünde en sempatik olduğumuz zamanları yaşamıyoruz ve bu da dış politikamıza ilave bir yük bindiriyor. Önemli olan sabırla, soğukkanlılıkla masada kalmak ve temas trafiğini yükseltmektir. Sahip olduğumuz fırsatları iyi yöneterek çıkarları korumaktan daha sağduyulu bir yol da yoktur.