AK Parti, 3 Kasım 2002’de iş başına gelir gelmez siyaseti halkla buluşturan üslubu ve mesajlarıyla büyük bir sempati yaratmıştı. Siyasi aklını yitirmiş, melekelerini yitirmiş geleneksel siyasetin karşısında “üst akıl” tam olarak o
üsluptu…
Sonra kolları sıvayarak art arda AB uyum paketleri hazırlayıp Türkiye’yi otokrasiden demokrasiye taşırken de çok akıllıydı, üst akıllıydı.
Meşhur 17 Aralık Brüksel Zirvesi fevkalade akıl dolu bir günün
tarihiydi…
***
Sistemin kalbine saplanmış bir vesayet abidesi olan Milli Güvenlik Kurulu’nu önce sivilleştirip sonra etkisizleştirirken de iş başında üst akıl vardı.
İşkenceye sıfır tolerans ilan eden akıl da üst aklın ta kendisiydi.
Azınlıkların mallarını, haklarını, hukuklarını tanıyan akıl da…
2005 Ağustos’unda Diyarbakır’da Cumhuriyet’in asimilasyon ve inkar politikalarından ötürü Kürtler’den özür dileyen Erdoğan, üst aklın takdire şayan örneklerinden birini veriyordu...
Tıpkı yine aynı dönemde Dersim için, İskilipli Atıf için, Bediüzzaman için veyahut da gayrimüslimlere yapılan cümle haksızlıklar için özür dilerken olduğu gibi…
AK Parti, örgütlenmenin, ifade özgürlüğünün önündeki manileri kaldırırken, çok sesliliği özendirirken de üst akıllıca davranıyordu.
Demokrasiye sadakat aklı güzelleştiriyor, iktidar partisinin liderinin ve kadrolarının sempatisini
artırıyordu.
***
12 Eylül Anayasası’nın omurgasını, 28 sene sonra yine bir 12 Eylül’de halk marifetiyle kırarken de üst aklın zirvelerine çıkılmıştı.
Başbakan bir sözle askeri gerek gördüğünde sivil idarenin amiri yapan EMASYA’yı kaldırırken de aynı aklın gücünü yansıtıyordu.
Hele 27 Nisan bildirisine cevap verilirken… O cevap, siyaset aklının zirvelerinden biriydi, cesaretin ve de millet iradesine hürmetin. Baştan sona en üst perdeden akıl dolu bu sahne unutulabilir mi?
Yargı karşısında imtiyazlar bir bir tükenirken de akıl çok üstlerdeydi.
Birkaç satır değişiklikle TSK’nın o ünlü darbe yapma gerekçesi olan İç Hizmet Kanunu’nun 35. Maddesi’ni kaldırırken de aynı pırıltı yansıyordu...
Başörtüsü yasağı kalkarken de örtülü vekiller inandıkları gibi Meclis’e girerken de aynı akıl zafer kazanıyordu.
Ankara, bir yandan AB yolunda ilerleyip bir yandan 80 sene sonra İslam dünyasını keşfederken de pek akıllıydı.
Sadece hak, hukuk, demokrasi, diplomasi bahsinde değil, ülke yollarla, köprülerle, alanlarla, yatırımlarla donatılırken, makus yoksulluk talihi mağlup edilirken de üst seviyede bir akıl vardı.
IMF yolcu edilirken, Türkiye yeryüzünün en cömert ve hayırsever ülkesi olurken de hep aynı akıl vardı.
İhracat 36 milyar dolardan 150 milyara çıkarken de o akıl harıl harıl mesai yapıyordu.
İslam’la demokrasinin uyumunun tarihteki en parlak örneği olduğumuz vakitleri de üst aklımızın maharetine borçluyuz.
Liste uzadıkça uzar, zira 14 senenin hikayesi bir yazıya zor sığar.
***
Netice… Bir ülke çıkarsa kendi aklıyla çıkar, bocalarsa da batarsa da kendi aklıyla yapar. Tek üst akıl kendi aklımızdır, gerisi manasızdır. Kendimizi boşuna germeyelim. Cihan bir araya gelse, en büyük güçler el ele verse, zifiri karanlık mahfillerde, en gizli dehlizlerde, en akla hayale gelmeyecek hile ve desise tezgahlansa, büyümeye niyeti olan memlekete kimse mani olamaz.
Mani olsaydı, 2002 senesinde sadece 2 bin 500 dolar kişi başı gelire mahkum, askeri gücünden başka satacak ürünü olmayan, dizleri üzerine çökmüş bir askeri vesayet ülkesi olan Türkiye’nin yükselişine mani olurdu.