Birkaç gün önceye kadar cılız da olsa değişim ve reform meltemi esiyordu lakin birden yükselen öfke, celal ve yaftalama rüzgarı ortalıkta ne varsa sildi süpürdü. Lafını bilmez bir vekilin söyleyip geri aldığı cümle üzerinden bile atmosferin nasıl tersyüz olabileceğini tecrübeyle bir daha gördük. Dosta düşmana, muhalife muvafıka devletin gücünü gösterme fırsatı kaçırılmadı. Yukarıdan aşağıya bütün erkan sıraya dizilip, istedikleri konuyu ülkenin bir numaralı meselesi haline getirebilecekleri gerçeğini bir kez daha prova ettiler. Sadece şaşkın vekil değil, alması gereken herkes dersini almıştır gayrı…
Yaşananlar gayet tabii şaşırtıcı değildir. Türkiye’nin kaderi de pratiği de esasen budur. Şartlar değişime ne kadar zorlasa da el alışkanlığı başka türlü davranmaya müsaade etmemektedir.
Ne var ki mesese bununla sınırlı değil ve kapıda Avrupa Birliği’nin yaptırım ihtimali de bulunuyor. Bir başka ifadeyle, Türkiye’nin en haklı olduğu dış politika dosyasında nasıl olup da yaptırım sınırına kadar geldiği muammasının yarattığı gerilim sırada bekliyor. Fransa, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi lokomotif olmuş, koskoca birliği Türkiye’yi cezalandırmak için sürüklüyor. Umarız son dakikada makul ve mantıklı olan galip gelir ve şu sıra asla olmaması gereken bir karar çıkmaz. Ama bu olmaz ve hafif bir yaptırım dahi çıkacak olursa sadece Türkiye ile AB ilişkileri değil, Türkiye ile Türkiye’nin ilişkileri de sıkıntılı hale gelir. Zira, Türkiye’nin kendisiyle ilişkileri, AB ile ve ABD’yle olandan da daha kırılgandır. Oradan ters rüzgar eserse şöyle ya da böyle içeride oluşan reform siluetinin dağılmasına bahane olur. Madem Avrupa mesajı almıyor başka kim için reform yapacağız! Amerika’nın da zaten ne istediği belli değilken.
Bütün bunlar bizi, meselemizin öncelikle ve sadece kendimizle ilgili olduğu gerçeğine götürüyor.
Türkiye’nin işi gücü bırakıp demokrasi ve hukuk seviyesini yükseltmeye ihtiyacı vardır.
Her fikirden vatandaşını güven içinde, korkusuzca yaşatmak, onlara doğruları söylemek, onların arasında ayırım yapmamak, fırsat eşitliği sağlamak zarureti vardır.
Devletin bütün faaliyetlerinin şeffaf, denetlenebilir ve serbest rekabet şartlarına bağlanması mecburiyeti vardır.
En başta da birkaç günlük siyasi fayda için ülkenin yarısının dışlanmaması gereği vardır.
Halkın iktidara yakın olan kısmı makbul, geri kalanı şüpheli olduğu müddetçe çıkış olamayacaktır. Başta ekonomik kriz olmak üzere Türkiye’nin dünyada geri kaldığı ve dolayısıyla içeride de aza razı olduğu ne kadar konu varsa hepsinde gerileme kaçınılmazdır. Son yıllarda girdiğimiz ve son iki yılda yeni sistemle serbest düşüşe mahkum olduğumuz karanlık tüneldeki hikayemizin özeti de budur.
Türkiye neyi yaparak büyümüştü ve neyi yapmayı bıraktığı için küçülüyor? Aradaki fark tamı tamına bu ülkenin kaybını anlatıyor. Azalan iş, küçülen lokma, gözle görünmez hale gelen hukuk, dünyada kaybolan itibar aynı denklemin sonuçlarıdır.
Bir hayra niyet varsa da tek yol, bu hesabı tersine çevirmekten geçer, bilinsin.
Türkiye’nin reformu, çıkışı, değişimi, çözümü, vesairesi yaşadığı meselelerde ayan beyan yazılıdır. Ya böyle olacaktır ya da iktidarın kudreti namına günlük arayışlar iyi ile kötü yönetim arasındaki farkı daha büyük ve telafi edilmez hale getirecektir.